9 Temmuz 2019 Salı

Parklar ve bahçeler

Bir süredir evden az biraz uzaklaşıp yürüyüşe çıkıyorum. Bu modern insanın -hadi bunu demeyi bir kenara bırakalım artık çünkü insan buna hep ihtiyaç duydu- hava değişimi, temiz hava alma ihtiyacı gibi bir şey değil. Sadece biraz yürümek istiyorum. Sokağa ilk adımımı attığımda içimi bir heyecan kaplıyor. Sonuçta dışarıdayım, evin-çocuğun sorumluluğu yok. Sonra adımlar arttıkça bu heyecan yerini hüzne, bir boşluğa bırakıyor. Ne yapacağını bilmemek. Öyle yürümek ama hani o esnada da misal bir arkadaşa rastlayıp ona eklemlenmek, biraz yanlarında oturup belki bir iki sohbet etmek, oturdukları yerde güzel bir şeyler varsa yeme-içmelik onları tatmak. Arada bir telefonuma bakıyorum, yok, sık sık telefona bakıyorum, belki birileri sokağa çıktığımı hissetmiş olabilir diye, olamaz mı? Yürüdüğüm yol belli. Ara sokakları sevmeme rağmen ki bu rotayı da tüm o ara sokakları dolaşa ede belirledim, çoğunlukta aynı yolu izliyorum. Sonunda parka varıyorum. Park hani ağaçların, insanların farklı amaçlarla bir araya geldiği yer. Genellikle insanların yoğun olarak toplaştığı yoldan değil de bir üst yoldan devam ediyorum. O esnada onları izliyorum, ne konuşuyorlar, neye gülüyorlar, çok merak ediyorum. Sonra en fazla ne konuşabilirler diye düşünüp yola devam ediyorum. Sonra bir ağacın altına tünüyor yahut bir banka oturuyorum. Rahatlamış değilim, ferahlamış değilim, dinlenmiş değilim. Ama oradayım işte. Sonuçta parktayım. Bir ağacın kokusu burnuma vuruyor. Ihlamur dışında ayırt edebildiğim yok. Bildiğim bununla yetinmem gerektiği. Her ne var ise onunla. 

Hiç yorum yok: