26 Kasım 2014 Çarşamba

Streç

Aslında o gün her zamanki gibi başlamıştı. Evden çıkmış, apartmanın yanındaki otopark mafyası mensuplarından biri yere tükürmüş, vaftiz ve düğün işleri yapan dükkânın karşısından yıllardır ayrılmayan üç köpekten sadece biri ayılmış, muhtemelen bir muhasebe bürosunda çalışan kadın kendisiyle tam meyhanenin önünden yan yana geçecek şekilde yokuşun başından yukarıya doğru yürümeye başlamış, ne cinsi olduklarını bilmediğim ama ayakları iri kıyım bir ergenin baldırları kadar geniş olan o sevimsiz iki köpeği bakıcıları dolaşmaya çıkarmış, emeklilik günlerinde delirmemek için sabahları bir yerlere gidip muhakkak oralardan bir şeyler alan ve zamanında OHAL valisi olabileceğinden şüphelendiğim adam yine elinde bir poşetle ve çok önemli bir işi varmışçasına hızla yanımdan geçmişti. Bundan bahsetmeye gerek var mı bilmiyorum ama işporta tezgâhının camekânına “ASIRLIK, MEŞHUR, TARİHİ SİMİTÇİ” yazan adam da yerindeydi. Peki, nasıl oluyordu da her gün o saatte streç filme sarılı olarak gördüğüm et döner pişmeye başlamıştı? Bunu kendime nasıl izah edecektim? Hadi, insan bir şekilde kendini bir süreliğine kandırabilir ama bu soru günün birinde karşıma bir daha çıktığında ben ne yapacaktım?


Çalıştığım iş yeri 5 katlı bir hanın 4. katındaydı ve ben yıllardır hiç 5. kata çıkmamış, orada ne var ne yok hiç merak etmemiştim. O sabah geçirdiğim sarsıntıyla ne yapacağımı şaşırdım ve kendimi bir anda asansörde 5. katın düğmesine basmış halde buldum. Burada bir iki ofis ve geceleri han bekçisinin kaldığı bir oda vardı. Han bekçisinin kaldığı odanın kapısı açıktı ve girişte sekiz on tane arkalarına basılmış ayakkabı durmaktaydı. Bunu neden yaptığımı hala bilmiyorum ama kapıyı hafifçe iterek içeri girdiğimde bir kadının cesedini gördüm…

“Bununla da uğraşamıcam artık” diyerek, girdiğim gibi, hiçbir iz bırakmamaya dikkat edip oradan ayrıldım.

Ama tabii ki içim içimi yiyordu. O gün patronumun işe gelirken aklına gelen o müthiş fikirlerden birini daha dinlerken aslında kendimi veremeyişimin nedeni de buydu. Acaba ben mi çok takıntılıydım, evham mı yapıyordum, her şeyi akışına bırakmak en iyisi miydi, öğle arasında o dönerciye gidip işin aslını sorsa mıydım? O zaman da adama ne diyecektim? Yani, “ben her sabah buradan geçerken et döner streç filme sarılı oluyordu, bugün yine aynı saatte oradan geçerken kızarmaya başlamıştı. Usta mı erken geldi, yoksa hani büyük bir sipariş aldınız da mesaiye erken mi başladınız, bunu bana açıklayabilir misiniz” mi diyecektim adama? Peki, sonra o adam beni döner bıçağıyla kovalamaz mıydı? Bunda sıkıntı yoktu ama ya Beyoğlu’nda her gün karşılaşılan delilerden biri olduğumu düşünerek beni sallamazsa ne olacaktı? O vakit ben bunu kaldırabilecek miydim?

Akşam bu konuyu bir meyhane masasında yakın arkadaşlarımdan birine açmayı düşündüm. Telefon rehberimi açtım fakat hepsinin ayrı bir meşguliyeti vardı. O vakit en iyisi eve gitmek diyerek yola koyuldum. Karım kapıyı açtığında durumdan işkillenmiş olacak ki (yüzüm beni çok kolay ele verirdi, öyle olmasa da karım çok zeki biriydi) hemen “neyin var?” diye sordu. Ben de “yok bir şey, biraz yorgunum” diyerek üstümdekileri girişe bıraktım. Yemekte sessizliğim devam ediyordu.

- Yoksa benle mi alakalı?
- Hayır.
- Yoksa artık beni sevmiyor musun?
- Yok.
- Nasıl yani?
- Hayır, tabii ki seviyorum. Senle bir alakası yok.
- Peki, neyle var? Hep içine atıyorsun.
- Yahu ne alakası var?
- Çok alakası var! Biz evliyiz Taner, oturup dertlerimizi sıkıntılarımızı konuşmalıyız. Ama sen boğazına kadar gelmediyse bana hiçbir şey anlatmıyorsun!
- Bunu konuşmasak olmaz mı?
- Olmaz!

Tabağımı mutfağa götürüp tezgâha bırakırken, "acaba ona olan biten her şeyden bahsetsem mi" diye düşünüyordum ki tam da o esnada arkamda belirdi.

- Başka biri mi var?
- Nerede?
- Mutfakta?
- Anlamadım.
- Neyse boş ver.
- Ben kendime kahve yapıcam sen de ister misin?
- Yok, ben bir bira açayım.

O gece streç filme sarılmış et dönerin bende yaratmış olduğu tahribattan bir daha hiç konuşmadan vakit geçirdik. Karımla aramda paylaşamayacağım ve üzerinde konuşmadıkça yıllar boyu büyüyecek, yıllarca kapattığımız için belki on sene sonra bir gün alakasız bir konu üzerinde tartışırken patlayacak bir boşluğumuz vardı artık.

Yatmaya giderken, “sen de gelir misin?” dediğinde aslında telefonumda oynar gibi yaparken düşündüğüm şey o gün yaşadıklarımın bir hayatı nasıl olur da bu kadar alt üst edebileceğiydi. O nedenle, sadece “yok, ben biraz daha oturacağım” diyebildim.

Hiç yorum yok: