4 Ekim 2011 Salı

Susanna şimdi elimden tut ve beni nehre götür*

Blog yazarları hakkında ne düşünüyorsunuz? Herkes bir şeyler yazıyor ve bu e-sözcüklerini yayınlamaya yelteniyor. Yazar olmak bu kadar kolay mı?

Susanna Tamaro: Blog yazarlarının gerçek yazarlar olduğuna inanmıyorum. Bu, en azından benim yazıya yüklediğim anlam karşısında böyle. Blog yazarlığı, başka türlü bir anlatım yolu. Çağımızın birbiriyle ilintili bu tip aynaları çoğunlukla yüzeysel oluyor. Kaldı ki, gerçek bir yazar olabilmek son derece zordur. Her şeyden önce yetenek ister ki, bu, hayatın bir armağanıdır. Yazarlık zengin bir kültür gerektirir ve bir de acı çekebilme yeteneği şarttır. Yazının yaratıcı işlemi sırasında ortaya çıkan güçlük, zahmet, acıdır. Bunlarla yüzleşebilmeyi bilmek gerekir ki yazının derin noktasına varılabilsin.

***

Yahu biz de zaten işten güçten yüreğimizin götürdüğü yere gidememiş, oturduğumuz yerde bi blog  açmıştık. Şimdi Susanna, sen de rahmetli Nevzat Tandoğan gibi, yüreğin götürüleceği bir yer varsa oraya da biz götürürüz mü demek istiyorsun?
Susanna, geçen gün hasta yatağımda uzanmış yine pozitif şeyler düşünürken, bir programda kanepeye dizilmiş insanlar gördüm. Bir baba sözünü dinlemediği için sinirlenip kızının saçlarını kesmiş daha sonra kızdan haber alamamışlar. Ailenin yanına ilişmiş bir yaşam koçu da sürekli empati kurmaktan bahsediyordu. O esnada programa “adını vermek istemeyen bir izleyici” bağlandı ve küçükken kendisinin başına da aynı olayın geldiğinden bahsetti. Çok küçük yaşta annesini kaybetmiş ve kardeşlerine bakmaya başlamış. Bir subayın evine de temizliğe gidiyormuş, orada subayın eşinden çok özenmiş ve serçe parmağına oje sürmüş. Eve dönünce babası oje sürdüğünü görüp onu öldüresiye dövmüş. Sunucu reyting kokusunu alıp mal bulmuş Mağribi gibi olayın üzerine atladı. Telefondaki kadın sırf bu olay neticesinde evden kaçtığını, evlendiğini ve kocası yıllarca ona işkence etmesine rağmen ailesi yerine başkalarına sığındığını anlatıyordu. Sunucu peki sonra ne oldu diye sorunca, kadın da “ne olacaktı, hayat kadını oldum ben!” diye bağırdı ve ağlamaya başladı. Başta kadının ne dediğini duymayıp sorusunu yineleyen sunucu bunu duyduğunda telaşa kapıldı ve bağlantıyı hemen kesip, "şimdi reklama gidiyoruz sevgili seyirciler" dedi. 9-10 yaşında serçe parmağına sürülen ojeden bahsediyoruz... Hayatımızda başımıza gelen bu tür olaylarda reklama gitsek ne güzel olur değil mi Susanna?
5-6 ay önce bir arkadaşım, karısı ve bebeleri öldüler. Cenazeden sonra evlerine gittim, akşamında evde mevlit okutulacaktı ve sığamayız diye üzerinde bebeğin adının yazdığı odasının kapısını söktüklerini, kapıyla birlikte o yazının önümden apartman boşluğuna doğru gidişini izledim. Acı çekme yeteneğim yok ama dış ticaret sertifikam var Susanna olur mu?

Askerdeyken aranızın çok iyi olabileceğini düşündüğüm bir “komutanımız” vardı. Babamın cenazesinden birkaç gün sonra "birliğe" döndüğüm günün ertesinde öyle bir üstüme geldi, öyle hakaretler yağdırdı ki gözümü açtığımda hastaneye gidiyorduk. “Komutanımız” kendime geldiğimi görünce “sen şimdi böyle fenalaşmayıp sana yaptıklarım karşısında direnseydin, bir yaprağın üzerinden atlar gibi bu acının üzerinden geçecektin” dedi.  
Susanna hep sen ne yapacağımızı söyleyecek değilsin ya, şimdi elimden tut ve beni nehre götür.
Belki yanımıza koca koca taşlardan da alırız.

*bir cohen parçasından aparılmış, bağlamından koparılmış hatta manipüle edilmiştir.



6 yorum:

Adsız dedi ki...

eline saglik Guney, her cumlesini hissederek okudum..Müge

güney dedi ki...

teşekkürler efendim.

emre dedi ki...

acı çekme yeteneği neymiş ki yav?

güney dedi ki...

valla bilsem oturur roman yazardım.

Mehmet Fatih Uslu dedi ki...

nasıl bir komutanmış o öyle? tövbeler tövbesi.

güney dedi ki...

o dönemde başka benzeri komutan hikayeleri de var dustem de en "insani" olanı buydu. örneğin, askeri hastanede psikiyatrist albayın odasına önce tekmil verilerek girilir.

komutan: neyin var?
güney: babam vefat etti komutanım.
komutan: tamam, çık!