25 Eylül 2010 Cumartesi

Cafer Bey ile Güney Efendi'nin Maceraları III: Bu Sevda Bitmez

Şu blog yazma muhabbetine kafasında bir dünya fikirle giren ben, konu Cafer Bey olunca apıştım kaldım gerçekten, neye ne şekilde başlayacağımı bilemedim. Çünkü zat-ı muhterem beni hayatta en çok şaşırtan, zamanla bunları dünyanın en doğal şeyiymiş gibi kabul etmeme yol açan ve o ana kadar başıma gelmiş türlü türlü garipliklerin (bunlardan bi gece uykum kaçarsa bahsedeceğim) elle tutulur, gözle görülür haliydi.
  

İlk günlerimiz bir otorite mücadelesi şeklindeydi. Kendi kafasından şirketin İran’daki “muduru” olduğuna kanaat getirmiş olan Cafer Bey’e iş yaptırmak başlangıçta oldukça zordu. Ayrıca bir yere falan gönderdiğimizde yoldan arabasına müşteri alıyor, önce onları bırakıp sonra işimizi halletmeye gidiyor ve haliyle o saate kadar beyler evlerine gittiğinden Cafer Bey yolda kurduğu fanteziyle ofise geri dönüyordu: “efendiim olar orda buyuk bi bena vaar, heh men oraya özüm gitmişem ama goymadı oranın agası, nemenem diyim ben size, onu orda tapamamışam, afediyosunuz.” Bir şey anladınız mı? Ben de başlarda anlamıyordum, sonra anlamamaya ruh sağlığım açısından devam ettim.

Cafer Bey o kadar çok konuşuyordu ve de kullandığı Türkçe-Azerice karışımı fakat her ikisine de benzemeyen o dil o kadar anlaşılmazdı ki Tahran’daki ikinci günümde arabasının camından kafamı çıkartıp, “Alllllaaahhh” diye bağırdığımı hatırlıyorum.

Cafer Bey’in aklındaki doğruya ulaşmak maalesef mümkün olamazdı. Ona bir şey dediğinizde sizi dinler ama mutlaka bildiğini uygulardı. Mesela Cafer Bey’e “makarnaya sos yapıcam, bize domates ve biber alır mısınız? dediğinizde o size gider salatalık ve çay alırdı. Niye diye sorduğunuzda da “efendim yemekten sonra olmaz çay içesiniz?” diye cevap verirdi. Ya da büyük bir bavula ihtiyacınız var, kendisinden size bir dolap dolusu kıyafetlerinizi alacak büyüklükte bir bavul almasını istediğinizde o gider içine üç gömlek bir pantolon, biraz zorlarsanız birkaç tane de çorabın sığacağı bir bavul alır gelirdi, çünkü ona göre eşyalarınız bu bavula da sığardı. Bir keresinde çok önemli bir işin sözleşmesini bu işleri hiç bilmemem nedeniyle de haftalarca uğraşıp hazırlamıştım, ertesi gün idareye yetiştirmem gerekiyordu. Ofisteki fotokopi makinesi bozulduğu için Cafer Bey’i dışarıya, bunları çoğaltmaya yollamadan önce –acaba bu tür şeyleri isterken ben mi anlatamıyorum deyip- istediğim şeyi ben önce Türkçe anlattım, odadaki Azeri ve Farsi arkadaşlara kendi zebanlarında anlatmalarını rica ettim sırf yanlış bir şey yapmasın diye. Belgelerin içinde teminat mektupları vs vardı ve asla ve asla delinmemesi ciltlenmemesi gerekiyordu. Aradan iki saat geçti geçmedi Cafer Bey elinde ciltlenmiş bir dünya dosyayla zaferinden emin bir komutan gibi kapımda belirdi. “Efenim hazır etmişem”. Şaka gibi değildi, Cafer Bey bir şakaydı. Bir yandan sıkışan göğsümü tutuyor diğer yandan da balkon demirleri el verdikçe dosyaları sokağa fırlatıyordum, “şimdi ben bunları n’apayım!!” diyerek ve bu soruya edepsiz yanıtlar vererek…

Basra Körfezi üzerinde irtifa kaybeden 1975 yılından kalma Topolov model uçağımız petrol sahalarından hangisinin üzerine düşmeye henüz karar verememişken de, karşı koltukta oturan adam sürekli bana bakıp “birazdan hepimiz paramparça olucaz” mealinde bir şeyler söylerken de, yanımdaki arkadaşa yaptığım ve iyi ya da kötü olmasının o anda umurumda olmadığı “aa bak ne güzel şehir turu yapıyoruz” şeklindeki esprimin üzerine bundan sonra çıkamayacağımıza ikimiz de kanaat getirmişken de… Ben galiba o zaman bile Cafer Bey’e kızıyordum. Onun parmağı olmadan İran’da hayatımın sonuna gelemezdim çünkü…

Uçağı tekrar Ahwaz Havaalanına indirmeyi başaran pilotun koşturarak tuvalete gittiğini seyrederken, Tahran’a taksi ile gitme kararı aldıktan sonra yolda geçen 15 saatte, şoför yan tarafın uçurum olduğu virajlarda önündeki aracı sollarken ve aynı zamanda çekirdek yerken, sabaha karşı dağları aşarken leş gibi kokan deri koltuğa yüzüm yapışmış bir şekilde uyandığımda kasette çalan “Ağrı dağında uçan güvercin olsam” şarkısına şoförün kıvrak omuz hareketleriyle eşlik ettiğini gördüğümde de… Ben tek bir kişiye kızıyordum…  

CAFER BEEEEEEYYYYY!!!!

Bu olayların öncesinde Ahwaz’da gecenin bir yarısı vardığımız otelde rezervasyonumuzun bulunmadığını aksine bu otel zincirinin 400 km ötedeki otellerinde böyle bir rezervasyonun Cafer Farahmand tarafından yapıldığını öğrendiğimde sokakta aynen bu şekilde bağırıyordum ben.

Ahwaz yolculuğumuz öncesi zat-ı muhteremden bu Topolov model uçakların sık sık düşmesi nedeniyle filosunda bu uçaklardan barındırmayan bir şirketten bilet almasını istemiştik. O da elbette bize gidiş-dönüş topolov biletlerimizi alıp gelmişti…


Öldürmeyen Allah öldürmüyordu tabii, şehre gidişte uçak iniş halindeyken eşini arayıp “biz iniyoruz” diye haber eden, ben tepki gösterince de umarsızca "bir şey olmaz" cevabını veren ve uçak iniş yaptığında da “gördün mü bak hiçbir şey olmadı” diyen adam haklı çıkmıştı. Gerçekten İran’da hiçbir şey olmuyordu. İşveren ile görüşmeye giden şirket ekibinin çantalarını, onları havaalanına götüren Cafer Bey tüm hatırlatmama rağmen ofiste unuttuğu için, hemen yetiştirmek umuduyla taksiyle atladığımda, şoföre çok acelem var demiştim de ibo’dan “yallah şoför yallah”ı çalıp ona sağ buna sol şeklinde havaalanına ulaştığımızda bunu anlamıştım. Aynı zamanda şarkıda geçen “gel kuçeden götür beni” kısmındaki kuçeyi de… Öyle zamanlarda düşünecek çok şeyiniz oluyor gerçekten.

Yine benzer bir yolculuğumda Cafer Bey bu sefer dönüş bileti almayı baştan ihmal etmiş, sonra da ben oradayken bilet bulunmaz olmuştu. Oradan bir taksi tutup 10 saatlik yolu taksiyle gelmiştim. Beni önce evine götüren taksi şoförü kapısının önünde “yollar çok tehlikeli, bi dünya hırsız dolu” deyip arabasının jant kapaklarını sökmüştü, aramıza kardeşinin de katılmasıyla yola koyulmuştuk ve ben kuş uçmaz kervan geçmez yolları elim koynumda yani pasaportumda geçirmiştim (sonradan öğrendim ki 2-3 bin edermiş). Artık Cafer Bey’e kızmıyordum. Kızmak karşılığı olan bir şeymiş çünkü. 

Persepolis dönüşünde Cafer Bey’e anılarımı anlatırken “efenim istiyosunuz, size o taşlardan getirem” demişti. Nasıl yani? diye sorduğumda da güya hanımıyla Persepolis’e gittiklerinde oradaki taşlardan biri “paçalarından” içeri girmişti ve Cafer Bey de fark etmeden onu evine kadar getirmişti…

Bir ara da ona açtığım facebook hesabından arkadaşlarıma mesaj atıp kendisini İranlı bir işadamı olarak tanıtıyordu Cafer Bey…

Havalimanına bıraktığı Suudi misafirimize yolda Kuran okuyarak adamdan 100 dolar aldığı hikayeyi açmayacağım diğerlerini de. Bunlar hani ileride ben de unutmayayım diye hazırladığım bir seçkiydi. Daha nemenemleri gitmiştir aklımdan allah bilir...

***

Cafer Bey ile ilgili anılarımı eşe dosta anlattığımda kimi çok gülerken, kimi de peki neden işten atmadınız diye soruyordu haliyle. Atamazdım, Cafer Bey ne olursa olsun İran’daki trajikomik hayatımın en iyi ve vefalı arkadaşıydı (nasıl bir hayat olduğunu gelin siz tahmin edin), hayat neşemdi. Bunların yanında da bizden aldığı  ve de sağdan soldan apardığı paralarla ciddi bir rahatsızlığı olan eşine bakıyor ve üniversiteye giden kızının da bir dediğini iki etmiyordu. Biz de cinnet geçirmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsediğimiz için ondan kopamıyorduk.   

İran’dan son defa ayrılırken gecenin bir yarısı yine yolda Cafer Bey’le beraberdik, onu ilk kez bu kadar üzgün görüyordum. Yani tam ayrılırken gözyaşları içinde bana “efenim geçen sefer olar tebrize gitmişek barabar, orada arabanın altı vurmuş dibe. Olar bana para veresiniz de orayı yaptıram” demeseydi gerçekten ona inanacaktım…

Şimdi hikayemize dönelim, 10-15 adamın bir tribün insanı dövdüğü Ankaragücü-Alaves maçındayız…    





7 yorum:

Adsız dedi ki...

cafer bombaymış ya! bundan kitap çıkar diyeyim ben sana

deniz dedi ki...

alaves nedir anlamadım ama vandırrfül.

güney dedi ki...

adsız arkadaşım teşekkür ederim herkimseniz...

deniz hanım,sipeyşıl tenks... alaves vakti zamanında uefa kupası'nda ankaragücü'ne rakip olmuş bir ispanyol kazası idi.
çinçin bebeleriyle izlendiği için hatıradan çıkmayası bir maçtı işte.

emre dedi ki...

ya benim adım aslen emre fekat şu bloga yorum yazma meretini öğrenemedim gitti bir türlü. gerçek olamayacak kadar komik, böyle bir insan iran sınırlarında halen yaşıyorsa tanışmak isterim

emre dedi ki...

not: yani yukarıdaki adsız yorum bana ait demek istemiştim.

güney dedi ki...

ne yazık ki sayın emre hanum, cafer bey nükleer bir programda kullanılmak üzere şu anda devletin gözetimi altında. fotoğrafları ve anılarıyla idare etmemiz gerekiyor bir süre daha. kendisini bir kez daha anmak adına soruyorum: olar?

Unknown dedi ki...

Zihni sürekli olarak bir fabrika gibi işleyen, yalanlarıyla her zaman seni alt edebilecek bir zekaya sahip şark kurnazlarının ataları, aslında o otorite mücadelesini bir kez daha sorgulamak lazım.

Kalmadı bunların işinin ehli olanlarından.
Tanışılası, sevilesi, yazılası insanlar...