26 Ağustos 2010 Perşembe

Cafer Bey ile Güney Efendi'nin Maceraları II: Flaşbek benim ruhumda var

Maceramızın ilk bölümdeki korku, şiddet, alay, sinizm ve hadi bi de romantizm dolu sarcastically oriental giriş sadece siteye daha fazla okur çekmek için ve “aaa bak gerçekten anlatıldığı kadar kötüymüş, bak bak çocuğun başına daha uçakta neler gelmiş şeklinde yorumlara varılarak, o halde memleket İran’a hatta İranair’e benzemesin! Referandumda hayır verelim!” şeklinde kitleleri harekete geçirmek için yapılan basit bir hileydi sevgili okur.

 Ama benim Hürriyet gazetesinden neyim eksik ki? Neden İran’daki nükleer tesisler ile ilgili bir habere “Ölüm’ün melekleri” diye bir manşet atıp milleti manipüle etmeyeyim öyle değil mi?

Zaten dış hatların çıkışında beni Cafer’in falan beklediği yoktu. Sabah’ın 3’ünde yanımda getirdiğim ve kolisi parçalanmış kataloglar, antetli kağıtlar, bavullarım ve ben, İmam Humeyni Havaalanı’nın kapısında saatlerce Cafer’in gelişini beklemiştik…

Flaş Flaş Flaş… Güney Ongun, Orta Çağ karanlığının ortasına nasıl düştü? Az aşağıda!

Nasıl at yarışı oynayanlar atın anasını, danasını, çimde kumda kaç koştuğunu bilirlerse biz de tarih olsun efendime söyleyeyim siyaset olsun alakalı olduğumuz herkesin hastalıklı bir şekilde yedi sülalesini bilir, dipnotlardan kitaptan kitaba atlar, Sıhhiye-Batıkent istikametindeki metro hattında insanların kılık kıyafetleri üzerinden sosyolojik gözlemler yapıp, hangi durakta inecekleri üzerine bahse girer (o zamanlar mesela Demetevler’de daha çok muhafazakar kesim inerken Batıkent laik Ankaralıların son durağıydı) yine bu hatta vakit kaldıkça Raskolnikofvari bir planla arkadaşımızın babaannesini öldürme planları yapardık. Şekspir derslerinde Kıbrıs meselesiyle ilgili, İngiliz romanı derslerinde ise son dönem Osmanlı münevverlerine ait hatırat tarzı kitapları okurduk (bilirsiniz hatırat kitapları dinlendirici olur).

O gün hayatımızın dönüm noktalarından biriydi. Sarışın, orta sınıf ve kendi tabiriyle az çok kafası çalışan biri olduğum için Galatasaray’ı tuttuğumu anlayan (nasıl yani derseniz ben de hala anlayabilmiş değilim) dostum önümüze iki seçenek sundu: Ya Tanpınar, gelenek, modernite vs bağlamında bir çalışma yapacaktık ya da futbol, siyaset, endüstri ilişkileri üzerine (sene 2002 dikkatinizi çekerim). Karar verdiğimizde Göztepeli oyuncu Sercan’ın bulunduğumuz tribüne doğru donunu indirerek hareket çektiği Gençlerbirliği-Göztepe maçındaydık…

Bİ PARA ÇEKİP GELİCEM, BEKLEYİN.

2 yorum:

emre dedi ki...

hikayenin devamını beklemekteyiz laik korkularımızla

güney dedi ki...

sizi oktay ekşi'ye havale ediyorum sayın cvalda. bloğumuzda korkulara yer yok, şeffaflık diz ilerleme bir arpa boyu.