31 Ekim 2010 Pazar

Havada Yiğit Bulut

Can Kozanoğlu, 90’lı yıllar üzerine yazdığı Pop Çağı Ateşi kitabında  “İnsan bamyayı ya sever ya da sevmez. Mesut Yılmaz’ın neyi sevip sevmediğini bilmiyoruz” diyordu.  

Bu tarif haliyle her devrin adamlığının muğlaklığına, ne idüğü belirsizliğine yapılan bir atıftı.

12 Eylül ve ANAP iktidarı öncesi Türkiye, insanların tüp sırasında bekledikleri, ceplerinde yabancı para taşıyamadıkları, Marlboro içemedikleri korkunç bir yerdi, 90’lı yıllarda ise bir müteşebbis cenneti.

Bir Cengiz Sarı maharetidir.
Fakat bu devlete kapılanma üzerinden gelişen iş ilişkilerinin yeni küresel düzen dahilinde daha rafine hale gelmesi, daha profesyonelleşmesi de kaçınılmaz hale geldi. Bu yeni sistemde, mesela Mesut Yılmaz gibi şehir eşrafından, iyi aile çocuğu, babası, hâmisi (bkz. Turgut Yılmaz), etliye sütlüye hiç dokunmadan ülkesinin en çalkantılı okullarından birinde okumuş, ağzının içinden konuştuğu için ne dediği anlaşılamayan siyasetçi modelinin etrafında 3-5 binanın izni için dolanan müteahhit-iş adamı tipi yerini, dünyayı tanıyan, birkaç yabancı dil bilen, yurt dışında milyon dolarlık işler yapan versiyonuna bıraktı. Bu nedenle merkez ile çevre, bu ilişkiler ağının ulağı, alt-yüklenicisi, komisyoncusu gazeteciler, yeni medya yüzleri de aynı oranda  bu dönüşümden nasibini aldı. Artık rüzgara göre dönebilite yetmiyor, aynı anda her şey ve herkes olmak gerekiyordu.  

Bundan yıllar yılllaaar önce, (Savaş Ay’ın A Takımı’na katılan konukların varil içerisinde yanan ateş ile ısındıkları dönem) şimdilerde pala bıyıklarıyla polis memurluğu yapan bir dizi oyuncusu (Oktay Kaynarca) şöyle bir laf etmişti: “Siz şimdi bizleri beğenmiyorsunuz ve sürekli eleştiriyorsunuz ya, öyle bir nesil gelecek ki bizden sonra, kovsanız da gitmeyecek”.

***

Hani mahallelerde, apartmanlarda bazı komşu çocukları olur. Suratlarında bir ifade vardır, aranızda zeka seviyesi ya da beceriler konusunda derin uçurumlar olmamasına rağmen, satışlarını öyle bir yaparlar ki, diğerlerine onlar örnek gösterilir, annesinin eteğinin altından size nah çekerler kimse görmez. Annenize söyleseniz “o öyle şey yapmaz” der, azarı yersiniz. Yiğit Bulut’u her gördüğümde aklıma gelen bu. 


Gidişata dair bazı çekinceleri olan fakat Taraf okuyarak AKP’li ya da “Fettullahçı” damgası yemek istemeyen kentli elitler için yeniden tasarlanan Akif Beki’li Radikal’deki ilk yazısında Müslüman karısı ile Yahudi sevgilisinin hikâyesini anlatarak bizi gözyaşlarına boğan Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’ın görevine son veremediği için kurum içi nakil yaptırdığı Türk büyüğü Namık Kemal Zeybek’in de damadı olan Yiğit Bulut, en azından benim karşıma CNN Türk’teki ekonomi muhabirlerinden biri olarak çıktı. Onda gerçekten başka bir şey vardı, borsa da biliyorum, futboldan da anlarım, ülke de yönetebilirim şeklindeydi o bakışları, konuşurken kaş göz nanik yapışları. (Aynı saatler içerisinde program yapan Deniz Bayramoğlu’na nedense hiç mi hiç benzemiyordu)

Sonrasında zamanının Doğu Perinçek feat Besim Tibuk tartışmalarının benzerinin yaşandığı ve AB zaten bizi istemiyorcuların büyük alkış aldığı “Ateş Hattı” tarzı programlarda görmeye başladık onu. Sürekli bölünme korkusuyla yaşayan ulusal kesimin liderliğine soyunmuş bir halde yabancıların ülkemizi ele geçirmek için kurduğu tezgahlardan dem vuruyor, yeri gelince Yahudi lobisine çatıyor, yeri gelince hükümeti bu tezgahın bir parçası olmakla suçluyor, oradan Arap dünyasına ABD ile AB politikalarına kaptırıyor, IMF’ye saldırıyor, uygulanan politikalarla Çanakkale’deki şehitlerin kemikleri sızlıyor diyor ve bu sayede liderlerine ana, baba, ata gibi lakaplar vermeye bayılan necip milletin bizimoğlanı olma yolunda ilerliyordu. Sonra program yapmaya başladı. Fakat zaman içerisinde sezilen bir şey vardı ki göz kırptığı kesim seçimlerde AKP’nin yine gerisinde kalmış, akrabalık ilişkileriyle at gezdirdiği holdingi iktidara karşı çaldığı savaş tamtamlarından beyaz bayrak sallamaya doğru bir geçiş yapmıştı. Ülkede yeni bir merkez oluşuyordu ve Yiğit Bulut da haliyle yeni kalkınma planını buna göre hazırlayacaktı. Nihayetinde artık Yiğit Bulut hem soğan kesip hem de portakal suyu sıkabilen makineler gibi çalışıyordu. Konuklarını buna göre seçiyor, memleket elden gidiyor tartışmalarının yerini dönemin siyasi havası dahilinde “sansürsüz” bir ortamda türban, eksen kayması, Kürt sorunu  gibi konuların ele alındığı programlar alıyordu. Bunun karşılığını alması da geç olmadı tabii. Ciner Holding’in Habertürk'ünün başına geçen Fatih Altaylı bu yeni düzen için yeni bir ses, yüz, beden aramaya koyulmuştu. Çünkü Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök, Zafer Mutlu 90’lı yılların bamya tartışmalarında artık eskimişti. Gollük ortaları artık idmanları aksatmayan Eyüp Can, Cüneyt Özdemir, Yiğit Bulut yapacaktı. Merkez artık bu dönem adamlığını, her yolun yolculuğunu meslek edinerek kendini profesyonelce yetiştirmiş ehil adamlara bırakılacaktı. 

Altaylı, gazetede takılacak, televizyonda da holdingin vak'anüvisi ile bir kenara geçecek, öyle yunan tanrıları gibi huzurlarına birilerini çağırıp sohbet edecek, makara kukara yapacaktı artık. (Mesela emekli provokatör Ertuğrul Özkök’ün katıldığı programında, Özkök kahvede oturan amcalar gibi “Yav Ahmet Kaya benim attığım manşetten 6 yıl sonra öldü, hem şerefsiz kelimesini o da çok kullanırdı” derken "evet evet çok haklısın" diyerek zamanında yazdığı yazıya meşruiyet kazandırarak cesedin üstünü örtecekti) 

Öyle bir adam olacaktı ki hem beyaz türk tadında bir ekran yüzü, iyi  eğitimli, milliyetçi ve maneviyatçı, çağdaş; türban, Kürt sorunu, laiklik, ergenekon davası gibi konularda özgürlükçü, evrime karşı ama modern bilimi savunan, kimi zaman Yahudi lobisine kimi zaman Araplara, AB ile ABD’ye kaptıran (bkz. şerefsiz Rasmussen vakası), yolda kendisine kızım neden evlenemiyor diye soran teyzeye verdiği müthiş bilgilerle halkın içinde, Başbakan’a basın ve internet yasakları ile ilgili akıl, bu TÜSİAD da artık çok oluyor diye gaz veren fakat mevcut iktidarın ve holdingin en büyük düşmanıyla akrabalık etmiş biri.

Şimdi Yılmaz Özdil olsa, yiğitliğin bulut değil duman olduğu dönemdir bu deyip bitirirdi yazıyı. Gerçi o böyle bir metni 4 ayda falan yazardı ya neyse… 

---

Hiç yorum yok: