1 Nisan 2014 Salı

“O zaman benim saçlar Grace Kelly…”


Yunan uyruklu İstanbullu Rumların 1964 yılında alınan bir karar neticesinde Türkiye'den sürgün edilmelerinin 50. yılında İstanbul, Ankara ve Atina'da düzenlenecek "20 Dolar 20 Kilo" sergisi için tanıklıklara başvurmak amacıyla Atina'daydık. İlk görüştüğümüz kişi, marangozluk yapan babası birkaç gün içinde İstanbul'dan sürgün edilen Madam Rita idi.  
-- 

İlk o sordu: “Ne gerek var? Aradan elli yıl geçmiş, o kadar acı yaşanmış, şimdi bunları yeniden anlatmaya, üzülmeye ne gerek var?” Şaşkınlığımızı, işte yakın tarihle yüzleşme, hatıraların tozunu alma, belleği yenileme gibi ezbere cevaplarla geçiştirmeye çalışsak da böyle aparkat gibi gelen soruya verdiğimiz cevapların hiçbiri bizi tatmin etmemişti. 

Grace Kelly'vari saçlarıyla Bayan Rita  Foto: Hera Büyüktaşçıyan
1964 yılında İstanbul’dan sürgün edilen Rumların hikâyesini birinci ağızdan dinlemek için Atina’daydık. Daha önceki görüşmelerin başında çoğunlukla ’64 öncesinin siyasi atmosferiyle ilgili hadiselerden bahsedilirken Bayan Rita söze, “O zaman benim saçlar Grace Kelly,” diye girdi. Doğma büyüme İstanbullu. Kumbaracı Yokuşu’nda oturuyorlarmış. Babası Mis Sokak’ta marangozluk yapan Yani Usta. Ülkedeki siyasi atmosfer nedeniyle babasına Yunanistan’a taşınmayı önerdiyse de aldığı cevap hep, “Hükümetin benim gibi bir marangozla ne alıp veremediği olur?” şeklindeymiş. 

Ada iskelesine gazete almaya giden babası dönerken onlara el sallayarak “Hey!” demiş, “Güle güle... Gidiyorum.” Nereye? Hudut dışı... Gazetede sürgün edilecekler listesinde adını gören 60’larındaki Yani Usta bir hafta içinde sınır dışı edilirken her şeyden bir adet alması istenmiş: Birkaç parça giysi ile Bayan Rita’nın hâlâ sakladığı bir tane kaşık, bir tane çatal, bir tane bıçak… 

Bayan Rita’ya en çok dokunanlardan biri babasına sınır dışı edildiği gün uygulanan muamele olmuş.  

Hava meydanında babamı bu vaziyette 110-120 kişi arasında, etrafında da jandarmalarla görünce… Bak şimdi gene konuşuyorum, sanki bunlar en büyük katiller. Herkes sabretti o zaman...  Saat 4’te, 4 buçukta susuz, tuvaletsiz, ne söyleyeyim, hiçbir şey yapamıyorlar, kımıldamıyorlar. Pencereden selam veriyorduk, babam da bana öpücük gönderiyordu. Çok feci. O gün çok, çok feci bir gündü.

Bir süre sonra Bayan Rita’nın annesi de sürgün edileceğini öğrenince bankaya parasını çekmeye gidiyor ve hesabının bloke edildiğini görüyor.

Gitti annem bankaya, para almak için. Paralar bloke. Hiçbir kuruş alamadık. Hiçbir kuruş ama! Bloke.

… Annem gitti. Ama biliyor musun, o zamanlar hiç düşünmüyorduk öyle bir şey. Yani makine gibi oldu. Peki, gidiyorsun, bir çanta aldın eline, pasaportun var, bilet var içinde; sanki buradan, Kumbaracı Yokuşu’ndan Galatasaray’a gideceksin. Öyle bir şey. O da gitti Atina’ya. Şimdi ben kaldım orada tek.

Yani Usta’nın daha önce hiç bilmediği Atina’daki ilk yılları hayli zor geçmiş. Kapı kapı dolaşarak iş aradığını, bulabildiği işte de yılların ustasına çırak muamelesi yapıldığını anlatırken Bayan Rita’nın gözleri doluyor. Hayatında ilk kez Yunanistan’a gelmiş, 60-70 yaşından sonra yeni bir iş yapmaya koyulmuş, ailesi parçalanmış bu kuşak arasında çok fazla intihar vakası görülmüş.

Adamcağızlar patron, babama: “Yani Usta çivi verir misin? Yani Usta şunu verir misin?” Küçük çocuk gibi. Ama babam, biliyor musunuz, “Ziyanı yok” dedi; “yavaş yavaş ben, hayatımı burada kuracağım.”

Yani Usta'nın sürgün edildiğinde yanında götürebildiği birer adet bıçak, çatal ve kaşıkFoto: Hera Büyüktaşçıyan


Bir gün babası Atina’da yeni taşındıkları evin mutfağında yemek yaparken eşi, Bayan Marta’ya bıçağı sorunca, “Heybeli’de kaldı” cevabını almış. 1964 ile ilgili dinlediklerim arasında daha dokunaklı bir hikâye bilmiyorum.    

Ailenin son sürgün kararı da Bayan Rita için çıkmış:

Unuttum söyleyeyim ne zaman, 4. Şube’ye gittik. Fotoğraf çektiler; buradan, bir de bu taraftan. Numaralı, katil numarası. Gülüyorum şimdi, insanlarımızı bilince bu çok tuhaf geliyordu. Şimdi gülüyorum ama artık anladım; kurudu yaşlarım, kurudu.


Bundan elli yıl önce 16 Mart 1964 yılında alınan bir kararla, yıllardır İstanbul’da yaşayan ve belli aralıklarla oturma izinleri yenilenen; burada evlenmiş, mal mülk edinmiş, çoluk çocuğa karışmış 12 bini aşkın Yunan uyruklu Rum, Kıbrıs meselesinde bir pazarlık unsuru olarak kullanılıp sınır dışı edildi. Onları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı statüsünde olan eşleri, çocukları, ortakları izledi ve sadece 1964 yılında 50.000’e yakın Rum İstanbul’dan ayrılmak durumunda kaldı. Devletin çeşitli ayrımcı politikalarından giderek korkan, diğerlerinin gitmesiyle daha da yalnızlaşan ve ülkede kendilerine bir gelecek göremeyen cemaat üyeleri bu tarihten sonra dalga dalga ülkeden ayrıldı. Lozan’dan itibaren son derece planlı bir devlet politikasının ürünü olan 1964 sürgünü, İstanbul’da günümüzde sayısı 2000’in altına düşen Rum cemaati açısından tam bir kopuş niteliği taşıyor.

“Bir zamanlar bu sokakta oturan Hıristolar, Eleniler” yanlarına 20 kilo eşya ve 20 dolara tekabül eden para almaları şartıyla, doğup büyüdükleri topraklardan sınır dışı edildi. Mallarına el konuldu, hesapları bloke edildi. Sürgün edilmeden önce kendilerine Türkiye aleyhine faaliyette bulunduklarına dair kâğıt imzalatıldı. O güzel Ritalar, Yorgolar, o güzel atlarına binip gidemedi. Ellerindeki ikonalar tarihi eserdir diye alındı, altın dişleri var mı diye bakıldı.

Böylelikle ülke mozaik olma yolunda bir tehlikeyi daha atlatırken “O zaman benim saçlar Grace Kelly…” diye başlayıp bambaşka bir şekilde devam edebilecek binlerce öykü, gözyaşları içinde bitti.     

Hiç yorum yok: