Yunan uyruklu
İstanbullu Rumların 1964 yılında alınan bir karar neticesinde Türkiye'den
sürgün edilmelerinin 50. yılında İstanbul, Ankara ve Atina'da düzenlenecek
"20 Dolar 20 Kilo" sergisi için tanıklıklara başvurmak amacıyla
Atina'daydık. İlk görüştüğümüz kişi, marangozluk yapan babası birkaç gün içinde
İstanbul'dan sürgün edilen Madam Rita idi.
--
İlk o sordu: “Ne gerek var? Aradan elli yıl geçmiş, o kadar acı yaşanmış, şimdi bunları yeniden anlatmaya, üzülmeye ne gerek var?” Şaşkınlığımızı, işte yakın tarihle yüzleşme, hatıraların tozunu alma, belleği yenileme gibi ezbere cevaplarla geçiştirmeye çalışsak da böyle aparkat gibi gelen soruya verdiğimiz cevapların hiçbiri bizi tatmin etmemişti.
Grace Kelly'vari saçlarıyla Bayan Rita Foto: Hera Büyüktaşçıyan |
1964
yılında İstanbul’dan sürgün edilen Rumların hikâyesini birinci ağızdan dinlemek
için Atina’daydık. Daha önceki görüşmelerin başında çoğunlukla ’64 öncesinin
siyasi atmosferiyle ilgili hadiselerden bahsedilirken Bayan Rita söze, “O zaman
benim saçlar Grace Kelly,” diye girdi. Doğma büyüme İstanbullu. Kumbaracı
Yokuşu’nda oturuyorlarmış. Babası Mis Sokak’ta marangozluk yapan Yani Usta. Ülkedeki
siyasi atmosfer nedeniyle babasına Yunanistan’a taşınmayı önerdiyse de aldığı
cevap hep, “Hükümetin benim gibi bir marangozla ne alıp veremediği olur?”
şeklindeymiş.
Ada
iskelesine gazete almaya giden babası dönerken onlara el sallayarak “Hey!”
demiş, “Güle güle... Gidiyorum.” Nereye? Hudut dışı... Gazetede sürgün
edilecekler listesinde adını gören 60’larındaki Yani Usta bir hafta içinde
sınır dışı edilirken her şeyden bir adet alması istenmiş: Birkaç parça giysi
ile Bayan Rita’nın hâlâ sakladığı bir tane kaşık, bir tane çatal, bir tane bıçak…
Bayan
Rita’ya en çok dokunanlardan biri babasına sınır dışı edildiği gün uygulanan
muamele olmuş.
Hava meydanında babamı bu vaziyette 110-120
kişi arasında, etrafında da jandarmalarla görünce… Bak şimdi gene konuşuyorum,
sanki bunlar en büyük katiller. Herkes sabretti o zaman... Saat 4’te, 4 buçukta susuz, tuvaletsiz, ne
söyleyeyim, hiçbir şey yapamıyorlar, kımıldamıyorlar. Pencereden selam
veriyorduk, babam da bana öpücük gönderiyordu. Çok feci. O gün çok, çok feci
bir gündü.
Bir
süre sonra Bayan Rita’nın annesi de sürgün edileceğini öğrenince bankaya
parasını çekmeye gidiyor ve hesabının bloke edildiğini görüyor.
Gitti annem bankaya, para almak için. Paralar
bloke. Hiçbir kuruş alamadık. Hiçbir kuruş ama! Bloke.
… Annem gitti. Ama biliyor musun, o zamanlar
hiç düşünmüyorduk öyle bir şey. Yani makine gibi oldu. Peki, gidiyorsun, bir
çanta aldın eline, pasaportun var, bilet var içinde; sanki buradan, Kumbaracı
Yokuşu’ndan Galatasaray’a gideceksin. Öyle bir şey. O da gitti Atina’ya. Şimdi
ben kaldım orada tek.
Yani
Usta’nın daha önce hiç bilmediği Atina’daki ilk yılları hayli zor geçmiş. Kapı
kapı dolaşarak iş aradığını, bulabildiği işte de yılların ustasına çırak
muamelesi yapıldığını anlatırken Bayan Rita’nın gözleri doluyor. Hayatında ilk
kez Yunanistan’a gelmiş, 60-70 yaşından sonra yeni bir iş yapmaya koyulmuş,
ailesi parçalanmış bu kuşak arasında çok fazla intihar vakası görülmüş.
Adamcağızlar patron, babama: “Yani Usta çivi
verir misin? Yani Usta şunu verir misin?” Küçük çocuk gibi. Ama babam, biliyor
musunuz, “Ziyanı yok” dedi; “yavaş yavaş ben, hayatımı burada kuracağım.”
Yani Usta'nın sürgün edildiğinde yanında götürebildiği birer adet bıçak, çatal ve kaşık | Foto: Hera Büyüktaşçıyan |
Bir
gün babası Atina’da yeni taşındıkları evin mutfağında yemek yaparken eşi, Bayan
Marta’ya bıçağı sorunca, “Heybeli’de kaldı” cevabını almış. 1964 ile ilgili
dinlediklerim arasında daha dokunaklı bir hikâye bilmiyorum.
Ailenin
son sürgün kararı da Bayan Rita için çıkmış:
Unuttum söyleyeyim ne zaman, 4. Şube’ye gittik.
Fotoğraf çektiler; buradan, bir de bu taraftan. Numaralı, katil numarası. Gülüyorum
şimdi, insanlarımızı bilince bu çok tuhaf geliyordu. Şimdi gülüyorum ama artık
anladım; kurudu yaşlarım, kurudu.
Bundan elli yıl önce 16 Mart 1964
yılında alınan bir kararla, yıllardır İstanbul’da yaşayan ve belli aralıklarla
oturma izinleri yenilenen; burada evlenmiş, mal mülk edinmiş, çoluk çocuğa
karışmış 12 bini aşkın Yunan uyruklu Rum, Kıbrıs meselesinde bir pazarlık
unsuru olarak kullanılıp sınır dışı edildi. Onları Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı statüsünde olan eşleri, çocukları, ortakları izledi ve sadece 1964
yılında 50.000’e yakın Rum İstanbul’dan ayrılmak durumunda kaldı. Devletin
çeşitli ayrımcı politikalarından giderek korkan, diğerlerinin gitmesiyle daha
da yalnızlaşan ve ülkede kendilerine bir gelecek göremeyen cemaat üyeleri bu
tarihten sonra dalga dalga ülkeden ayrıldı. Lozan’dan itibaren son derece planlı
bir devlet politikasının ürünü olan 1964 sürgünü, İstanbul’da günümüzde sayısı
2000’in altına düşen Rum cemaati açısından tam bir kopuş niteliği taşıyor.
“Bir zamanlar bu sokakta oturan Hıristolar,
Eleniler” yanlarına 20 kilo eşya ve 20 dolara tekabül eden para almaları
şartıyla, doğup büyüdükleri topraklardan sınır dışı edildi. Mallarına el
konuldu, hesapları bloke edildi. Sürgün edilmeden önce kendilerine Türkiye
aleyhine faaliyette bulunduklarına dair kâğıt imzalatıldı. O güzel Ritalar,
Yorgolar, o güzel atlarına binip gidemedi. Ellerindeki ikonalar tarihi eserdir
diye alındı, altın dişleri var mı diye bakıldı.
Böylelikle ülke mozaik olma yolunda
bir tehlikeyi daha atlatırken “O zaman benim saçlar Grace Kelly…” diye başlayıp
bambaşka bir şekilde devam edebilecek binlerce öykü, gözyaşları içinde
bitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder