31 Ekim 2017 Salı

Bir Ankara Belediyesi: Melih G. II

Serinin ilki için tıklayınız.  

Yıllar evvel Ankara’dan ayrılırken ve geride bıraktıklarıma üzülürken tek bir avuntum vardı, o da artık Melih Gökçek’ten kurtulmuş olmak… Şehre üniversite tahsili nedeniyle taşındığım dönemde Melih Gökçek, Emin Çölaşan’la atışan, ondan kazandığı tazminatlarla Kızılay’da döner-ayran dağıtan “lokal” bir figürdü.

Bunun yanında, Atatürk Orman Çiftliği’nin tabelasını Atatürk O.Ç. şeklinde değiştirmesi hasebiyle, rejimin kurucusuyla ilgili olarak “sessiz çoğunluk” tarafından o vakte kadar fısıltıyla konuşulanları, o rejimin başkentinde görsel bir dile çeken ilk kişiydi. (Birikim okurlarına yönelik bu ifadeyi hâlka indirgersem: Yakın zamanda ekranlarda, köşe yazılarında aleni bir şekilde dile getirilen, annesinin genelevde çalışmasından kendisinin erkeklerle olan münasebetlerine kadar on yıllardır meclislerde fısıltıyla konuşulup bıyık altından gülünen mevzulardan, dedikodulardan bahsediyorum. Aynı sözlü kültürden gelen Recep Tayyip Erdoğan bu olaydan yıllar sonra yapacağı bir konuşmada, "Cumhuriyet'in kurucuları" Mustafa Kemal ile İsmet Paşa’dan “iki ayyaş” diye bahsedecekti ki bu göndermenin de bu sohbetlerde ciddi bir karşılığı, referansı vardır).

Tabii tabelanın neden böyle yazıldığını Gökçek’e sorsanız bu iddia yersizdi. Buna karşılık Emin Çölaşan’ın kendisine yaptığı İ. Melih Gökçek yakıştırması da muhteviyatı itibariyle, Cumhuriyet kazanımı olan kitlelerce hayli takdir görmekteydi. Zira o çok övülen 90’larda da, daha öncesinde de birbirimizden farkımız yoktu.

Melih Gökçek’in nevi şahsına münhasır denilen ama esasında geleneksel popülist siyasetin pek çok habis özelliğini içinde barındıran dili, daha sonra zaten bir parçası olduğu ülke siyasetini tamamen ele geçirdi: Gezi Olayları esnasında polis tarafından öldürülen Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yere “Değerli Türk Polisi Ankara Sizinle Gurur Duyuyor” pankartı asması, 6 milyon oy almış bir partinin eş genel başkanı türlü katakulliyle hapse atıldıktan sonra oğluyla kamera karşısına geçip onun mecliste yaptığı konuşmayı bıyık altından gülerek dinlemeleri, Anıtlar Kurulu tarafından korumaya alınmış İller Bankası binasını yıkıp önünde poz vermesi,  ODTÜ ormanını bir gecede talan etmesi ve bunu “karşı çıkanlar o yolu kullanmasın” gibi bir pişkinliğe vurması… Örnekler çok fazla.  O günler için hayret verici, insanın kanını dondurucu bugün için oldukça sıradanlaşan hareketler, laflar, üste çıkmalar.

Burada sorunlu bir durum da merkez sağ siyasetten gelen ve İslamcılara sonradan eklemlenen birinin bu kesimin dilini bu kadar benimseyip taleplerini ileriye götürmesi, kraldan çok kralcılık yapmasıydı.

"Ankara'da Cumhuriyet'in kuruluş döneminde inşa edilen İller Bankası binası yıkıldı."

(Aynı dönemde Anayasa profesörü unvanına sahip kişiler twitter trolüne, gazeteciler anayasa mahkemesine, savcıya, cellada dönüştü. Kralcılık (reiscilik de denebilir) yarışında dizginler boşaldı. Normal şartlarda klinik gözetiminde olması gereken pek çok kişi kanaat önderi oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mimar Dr. Kadir Topbaş (kendisini şimdiden unutanlar olabilir; hani İstanbul'un Kadir Abisi, Mimar Sinan'ın Süleymaniye silüetini boynuzlarıyla kesen Haliç Köprüsü'nün mimarı) Gökçek’in pankart girişimini bir adım ileri götürerek darbecilerin defnedildiği yere "Hainler Mezarlığı" plakası çaktırdı. Diplomasi yerini racona bıraktı, "Sen kimsin ya? Senin yaşın kaç? Sen benim dengim değilsin" sözleri en çok işitilenler oldu.)

Pek çok muhalif köşe yazarı Gökçek’in Gezi, 17-25 Aralık, 15 Temmuz süreçlerinde Erdoğan’a verdiği destek sayesinde iyice zıvanadan çıkan bu üslubunun (bkz. twitter’dan kendisini eleştirenleri isimleri, okulları, araç plakları vs ile ifşa etmesi) artık AKP’nin yeni yüzü, yeni dili olduğunu yazmaya başlamıştı. “İyice köşeye sıkışmış Erdoğan” bu kuşatmayı yarmak için Gökçek’ten, onun Beyaz TV’sinden medet ummaktaydı. Erdoğan kendisine dair büyük bir doğruluk iddiasıyla yapılan bir ithamı daha bertaraf ederek Gökçek’i görevden aldı. (Topbaş’ı da.)


Şimdi 23 yıllık Melih Gökçek döneminden geriye üst geçitler, saat kuleleri, kapılar, dinozorlar, ışık sistemiyle Maltepe pavyonlarını andıran sokaklar, kısa bir yağmur sonrası tıkanan yollar, taşan altyapı sistemi kaldı. Cumhuriyet projesine alternatif bir şehir kimliği yaratma mücadelesinde sunduğu alternatifler kasabalı bir idarecinin hayal dünyasından öteye gidemedi.  Tek kazanımı şehrin amblemi olabilir ki en son Ankara kedisiydi sanırım. Gökçek’ten geriye ne kalacak dersek, TC vatandaşlığına geçirip ismini verdiği futbolcu Gökçek Vederson'un yanında kötülüğün sıradanlaşmasına, pişkinliğe, vasatlığa, bel altından vuruşlara, meclislerde bıyık altından (Mustafa Kemal-İsmet İnönü ile, Kürtlerle, Alevilerle, eşcinsellerle, eşlerini baltayla doğramış sapkın Batılı münevverlerle vd alakalı) yapılan konuşmaların fütursuzca sokağa, kitaplara, ekranlara taşınmasına yaptığı eşsiz katkı olacak derim. Bunun izleriyse daha uzun süre görülecek hatta hiç kaybolmayacak katlanarak büyüyecek.

Tıp dünyası ismini habis bir ura vererek onu yaşatabilir.



Hiç yorum yok: