28 Mart 2018 Çarşamba

Cereyanlar

Yazdığım “şeyler” bir yerde –eğer bunu para için yapmıyorsam, yani işim gereği bir proje metnini sonlandırmıyorsam– cereyanda kalmış, altına stoper konmamış kapı gibi birden kapanıyor. O kadar yüksek bir ses çıkmıyor belki ama okuyanda “içeriye biraz daha hava girseydi daha iyi olmaz mıydı” hissi uyandırıyor. Bu bir şeylerden kaçma arzusu çok belli. Önce yazının kendisinden. Tekrar korkusu. Gün içinde binlerce kez yaptığın şeyden yazıyı sakınma.

Kapıyı aralık bırakma. Yalnızca koridorun iki ucundaki pencerelerden girecek rüzgara, oluşacak yele, cereyana; bu yüzden kapanma ihtimaline açık olma.

O nedenle kısa kısa yazmak, belki de hiç yazmamak. Başarabilirsen hiç yazmıyormuş gibi yazmak hele. Sanırım yazımı bunun üzerine kurmaya çalışıyorum. Uzun uzun anlatmalardan yorgun düştüm, kimseye bu eziyeti çektirmek istemiyorum.

Belki pek çok kişi şiirini, hikâyesini, romanını, şeyini hayattayken bu yüzden yayınlamadı da ölmeden bir arkadaşına teslim etti, sandığa, döşemenin altına sakladı; kapıyı tam kapatmadı da cereyana emanet etti.




Hiç yorum yok: