11 Mart 2012 Pazar

Arif'in Manchester'a attığı golü ararken...

Ankara’daki İran Kültür Merkezi’nde Reza adında bir Farsça hocamız vardı, o anlatmıştı. Uğur Mumcu suikastı sonrası Kızılay taraflarında yürürken, yolda kendisini gören komşularından biri, onu kalabalığa işaret edip, “Bu adam İranlı!” diye bağırmış. Sonra insanlar hocanın üzerine doğru koşmaya başlamışlar. Hoca da korku içinde kaçarak oradan uzaklaşmış. “O gün onlardan neden kaçtığımı hâlâ kendime izah edebilmiş değilim” demişti.

Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra internet hızıyla suçluluğuna kanaat getirilen İran, bilindiği üzere yıllarca ülkemize bir korku öğesi olarak hizmet vermişti; mahallede cam kırılsa rejim İranlılardan bilirdi. Sonrasında yakalanan ve “suçlarını itiraf eden” İran kaynaklı faillerin yer gösterme esnasında bu neticeye kitlenmiş kamuoyunu değilse de aile üyelerini ikna edemediğine de şahit olmuştuk. (“Kardeşim hayatta olsa Silivri’de olurdu” diyen Ceyhun Mumcu’ya karşın, en azından çocuklarının Mumcu suikastındaki derin ilişkileri bu şekilde okumadıklarını düşünüyorum.)


Siyasetle uğraşmayı bir kenara bırakırsak ki bırakmalıyız, hayat çünkü çok kısa ve Tanrı, Pazar gününü AVM gezmeleri için yarattı. Hâsılı İranlı olmak, memleketin dışında bile zor iştir. Geçen yazımda bahsettiğim “taarruf” biraz da bununla ilgili. Çünkü bu tür iç ve dış mihrak olarak sürekli bir kimlik gurbetinde olan İranlılar iş yerlerinde, sokakta, devlet dairesinde, okulda, tatilde, evde, yeni biriyle tanıştıklarında, ev partilerinde hep farklı kimliklere bürünürler / bürünmek zorunda kalırlar.

Bu taaruf / kimlik diasporası hikâyesi, en yakın arkadaşımız olan Kürtlerin, Kürtlüğünü inkar etme şartıyla cumhurbaşkanı “bile” olabileceği bir yerlerden tanıdık gelebilir.

Yahut Mustafa Kemal’in "Hepiniz cumhurbaşkanı olabilirsiniz..." diye başlayan sanatçılara dönük biz sözü var ya, ben şimdiye kadarki –Özal gibi istisnai bir örneği saymazsak- hepimizin cumhurbaşkanı olabileceğinin ilk örneğinin bir dönemin İranlısı olan Abdullah Gül olduğunu düşünüyorum. Ona da "hepiniz cumhurbaşkanı olabilirsiniz ama eşinizin başını açmak şartıyla" denmişti.

Geçen düşündüm de Gül’ün yerine sırf devlet protokolüne uyum sağlıyor diye önerilen kişilerden biri olan Murat Başesgioğlu’nun nerede olduğunu bilen var mı? Hepimiz cumhurbaşkanı olabiliriz ancak devlet olamayız.  

Bu kimlik sürgünlüğü hazindir; ecdad, değerlerimiz edebiyatı yapan birileri piyano önünde basına poz verme lüzumu hisseder, sonra bana bu yazıyı yazdırır.

Mazlumlar zalim oldu, mağdurlar vs. gibi şeylere hiç girmeyeceğim, insan denen şey beni hiç yanıltmadı çünkü. Hakikat denen şeyin üstündeki perdenin bu kadar kalın olabileceğini anlamam sadece uzun sürdü. F tipi cezaevlerinin ilk “sakin”lerinden Yunus Şalış, Radikal’deki röportajında, “Yetişkinlik biraz da işi uzatma yolu değil midir?” diye sormuş, demek istediğim onun gibi bir şey.

Ahmet Altan’ın, karşılığında Tayyip Erdoğan’ın kendisine 30 bin TL’lik hakaret davası açtığı yazısından (linki verilen site sadece Erdoğan'a laf soktuğu için almış o belli) Pozantı olayları ile ilgili bir alıntıyla bitireceğim. Çünkü bugün Ertuğrul Özkök’ün Uğur Mumcu gazeteciliğinin öldüğünü ilan ettikten sonra kendisi birebir haber olan yeni gazeteciliğin mümessillerinden Ayşe Arman’ın günü; Pamela, Orçun, cips falan. Olanla olunmaz derler biliyorsunuz.

“Bir çocuğu bile koruyamayanların, o çocuğun acısını kendi vicdanında duymayanların iktidar için tepiştikleri bu kahveyi ha o yönetmiş ha öbürü yönetmiş, ne fark eder?"

Hiç yorum yok: