25 Mart 2012 Pazar

Mehtaplı gecelerde hep seni andım, Hanım Talepzade

Tahran’ın en gariban semtlerinden birinde yaşayan Hanım Talepzade yıllardır kazandığı parayı elinden alıp uyuşturucuya yatıran kocasından yeni ayrılmış, iki çocuğuyla birlikte didinip dururdu. (Asghar Farhadi’nin Jodaeiye Nader az Simin [Bir Ayrılık] filmindeki Hanım Razieh’i izlerken aklım hep Talepzade’ye gitmişti.) Ofisin temizlik ve yemek işlerinden sorumlu olan Talepzade, daha önce kahramanlık hikâyelerinden bahsettiğim Cafer Bey ile birbirini tamamlayan harika bir ikili oluştururdu. Cafer Bey nasıl söyleneni değil bildiğini uygulamada ustaysa Talepzade de bu konuda fahri doktorayı hak ederdi. Onlarla yaşarken mahallelerde bütün gün çocuklarına bağıran teyzeler gibi bir şey olmuştum.


Talepzade bir keresinde ağabeyim diye tanıttığı birini ofise temizlik işlerinde ona yardımcı olması için getirmişti. Sonrasında ağabeyi olmadığını öğrendiğimiz ağabey bizim dolaplara doğru keşfe çıkmış, gönlünden ne koptuysa alıp götürmüştü. Olay ortaya çıktığında da benden Talepzade’yi işten çıkartmam istenmişti. Belli ki Talepzade’nin bu kişinin bu huyu hakkında bir malumatı yoktu ve boşu boşuna işinden gücünden olacak, zaten kıt kanaat geçindirdiği evi, çocukları falan dımdızlak ortada kalacaktı. Sabaha kadar bir dünya şey düşünüp yatakta dönüp durdum ve onlara bunu yapamayacağımı söyledim. Patronlar da o vakit tüm sorumluluk sana aittir dediler.

İstanbul’daki ilk işimde, benden sürekli büyük projeler bağlamamı isteyen biriyle çalıştım. Bir keresinde benden o zamanlar Libya’da hüküm süren, doğumgününe devlet erkanının eşlerini ve çocuklarını da alarak gittiği Muammer Kaddafi’nin oğulları ile bağlantıya geçmemi istemişti. Bundan yarım saat sonra da gelip “bulabildin mi?” diye sormuştu. Bırakın o şaşalı günlerini, sonrasında NATO’nun ve ülkedeki yüz binlerce insanın bulmak için aylarca uğraştığı Kaddafileri bulmak için yarım saat… Bu olaydan bir süre sonra ve düğüne de iki ay kala, beni işten çıkartma gerekçesi “bekleneni verememem” olmuştu. O “sen çok iyi birisin ama...” konuşmasını yaparken benim aklım Talepzade’ye gitmişti.

Talepzade’nin uzundur görüşmediği babası hastaydı ve kardeşleri ailede tek çalışan kişi o olduğundan, kendisini aramışlar ve hastaneye gelmesini, gerekli masrafları görmesini istemişlerdi. Bir Perşembe günü Talepzade beni aradı ve hastane borçları için para istedi. İran’da Perşembe, modern dünyanın Cumartesisiydi ve Cafer Bey’den bir an önce parayı Talepzade’ye götürmesini istedim. Fakat daha önceki maceralarını hatırlayabileceğiniz Cafer Bey, bu parayı türlü bahanelere sığınıp götüremeyebilir ve Talepzade zor durumda kalabilirdi. O nedenle her CEO’nun yapacağını yaptım ve arabaya atlayıp hastaneye doğru yol aldık. Hastane Tahran’ın hayli fakir bir semtindeydi; büyük bir salonda yüzlerce hasta yan yana ölmeye yatırılmıştı. Zar zor Talepzade’yi bulduk, elinde en adisinden bir hava pompası, babası rahat can versin diye uğraşıyordu. Bana “ölüyor” dedi ve daha önce bir allahın kulunda görmediğim bir güçle pompayı sıkmaya devam ederken babası öldü. Sonra biri geldi ve çarşafı iki ucundan tutun dedi, artık nasıl bir haldeysek Cafer Bey’le böyle hiç sual etmeden çarşafın iki tarafından tuttuk ve babayı morga götürdük.

Bir gün Talepzade ofiste diğer çalışanlarla yaptığı tartışmayı bahane ederek odama girdi ve elini uzatıp "ben gidiyorum" dedi. O vakte kadar çıkarttığı sorunlarda diğer çalışanlara karşı hep onu desteklemişken artık ben de yorulmuştum ve onun da beklemediği bir şekilde elimi uzatıp, "peki, sen bilirsin" dedim. Anlattıklarına göre Talepzade sokağın sonuna kadar hep arkasına dönüp dönüp bakmış, acaba peşinden geliyor muyum diye.

Bir daha onu hiç görmesem de hep özlerim ve hakkını helal etmiş olmasını dilerim. Arada bir de Forbes listesinde dünyanın en güçlü kadınları arasında gösterilmiş mi, ona bakarım.

Hiç yorum yok: