17 Ocak 2013 Perşembe

Gurbetten gelmişim yorgunum yancı

Annemle bir keresinde Nuruosmaniye’de gezerken bir turist bir şey sormuş, kimse adamın derdini anlamamış, telaşla imdat ararken boynunda rengârenk bir fularla gezen bir adam görmüş “Hah bu bilir,” demiştik. Fularlı deyyus bir kelime edemeyince toplanan kalabalık “Niye peki böyle beş dil biliyor gibi giyindin, fularındaki renk kadar hünerin olduğuna vehmettirdin?” deyince adam kıvrak bir kaçışla kıvrılıvermişti. Yine benim yetişme dönemimde, benden biraz öncesinde eroin içenler bile Deep Purple dinledikleri için, hem de auto reserve teyplerde dinledikleri için eroinman olmuşlardı. Şimdi berber çırakları şiir yazıyor, normalliği neticesi intihar etmesi gereken eşek sıpası hem küpeli, hem rengârenk, yalan söyleme gereği bile duymuyor, gerçeğin eşiği yalanın altına inmiş. 
                                                              Şule Gürbüz, “Müzik Hocası”, Zamanın Farkında   


Yan masadaki, karşısında oturan ve oraya sadece hava almaya gelip, birkaç sene önce kaybettiği kocasıyla ilgili hatıralara dalma niyetinde olduğu çok belli annesine Eski Yunan’dan girip Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar’dan çıkan, her lafı sonrası da nokta koymak yerine kahkaha atan kadına dayanamayıp ilk çayları içtikten sonra kalktık. Ben ki yılların yan masa dinleyicisiyim, bu konuda ihtisas sahibiyim, bu sefer kaldıramadım.

Bir iki turladıktan sonra acıktık ve bir yere oturduk. Bu sefer, modası artık geçmeye yüz tutan “neyin güzeli nerede yenir” sohbeti yapan kırklarında bir adamla kadına misafir oldum. Bunların kahkaha aralıkları biraz daha uzun olduğundan sorunsuz dinleyebildim. Antakya mutfağından girip Ege’den çıkan adamla, bilmenne teyzesi ölmeden önce mutlaka ondan o keşkek tarifini almak isteyen kadının sohbeti üzerine yaptığım yorumlara kızan Hande’ye, masalararası gözlemlere yıllarımı verdiğimi anlattım:

- Ben boşluğu araştırıyorum. Yani, diyelim ki adamın dedesi bir köy evinde yahut mağarada doğdu, kendisiyse konuşması, tavrıyla İngiliz lordu. Kuşaklar arasında ilişki, geçiş diye bir şey olsa bile bu kadar kısa sürede bu mesafe aşılamaz. Şule Gürbüz’ün öyküsündeki 5 dil biliyormuş gibi giyinip turiste yol tarif edemeyen adam gibi, yahut dervişane sakal salıp sonra evlenme programlarında gerdan kıvıran gibi... Çok merak ederim, insan bu hale nasıl geçer, bu rahatlık nereden gelir, bu bağlantıları nasıl kurar, boşluğu neyle kapatır. Aynı gazete kağıdının üstünde yemek yiyen iki insandan biri iştahla yemeğe devam edip bir taraftan da haberleri okurken, diğeri sanki hayatında hiç patatesli yumurta yememiş gibi nasıl davranır? Müşteriyle konuşurken kibarlıktan çatlayanlar öğle yemeğinde garsona neden zulmeder? Misal ben, baktım saçmalıyorum, doğup büyüdüğüm mahalleye haddimi bilmeye giderim. Amcamın kahvesinde oturur, bir bakarım nereden gelmişim, nereye gidiyorum. Üç kuruşa üç vardiya çalışan çocukluğumun kahramanlarını görür, kendime ayağı daha yere basan mutluluklar yahut dertler edinirim. Peki ya bu insanlar nereye gider?

Bunların ne kadarını sesli ifade ettim, Hande ne kadarını dinledi, bilemiyorum.


Hiç yorum yok: