7 Mayıs 2013 Salı

Fesleğenlere Fısıldayan Adam


Büyük tesadüfler bazen sadece tesadüftür. 
Ahmed Çelebi (? - 1180)

Evde kalan son sigarayı birlikte tüttürürken Sermet, “ağzımıza sıçtılar” dedi. “Kim lan?” dedim, ses etmedi. Sonra şişenin dibinde iki parmak kalmış votka ve bol limon suyuyla bir dükkanımız falan olsa günde bir tane bile zor satacağımız bir karışım hazırlayıp fondipledik. “Anamız, babamız, mahalle bakkalımız, başka kim olacak?” diye rötarlı da olsa cevap verdi. “Küçükken alınan yaralar” dedi, “mevzu bilindik, şimdi saatlerce anlatıp anlatıp ondan sonra da ya senin de başını ağrıttım kusura bakma diyeceğim. Sen onca vakit beni sabırla, ara sıra kafan başka şeylere de gitse kafasını sallayarak hala dinlediğini ifade eden sen, saatler boyu çişe gitmek için ara vermemi, karnını tutarak bekleyen, bu adam benim dostum ve bana ne güzel de açılıyor diye içinden geçiren sen, o cümleden sonra göt gibi kalacaksın ortada. O nedenle boşver.”

Sermet, küçükken annesinin ona okuduğu bir masalda yüzyıllar boyu dünyada en büyük salgınlara sivrisineklerin yol açtığını öğrenmiş, büyük korkuyla geçen çocukluk günlerinden sonra radyoda duyduğu, fesleğenin sivrisineklere karşı etkisi nedeniyle yanında her zaman bir saksı fesleğen taşımaya başlamıştı. Herhalde bahsettiği yara buydu. Sermet nereye giderse gitsin fesleğenlerini asla bırakmazdı. Bir keresinde kız istemeye yine bu şekilde gitmişler ve aynı şekilde dönmüşlerdi.

Bense uzundur onda kalıyordum. Peşimde biri vardı. Lothar Müller adında birinden aylar önce bir mail almıştım. Mailde dünyanın dört bir tarafından arkadaşlarının İstanbul’da çekindiği ve facebook’ta gördüğü fotoğraflarda tek ortak noktanın ben olduğunu söylüyordu. Her fotoğrafta ben varmışım. Ona bu fotoğraflardan birkaçını bana göndermesini istediğimde gördüm ki dedikleri doğru. Binlerce fotoğrafta bir şekilde çerçeveye girmişim. Kiminde elimde kokoreç bir yere koşturuyorum, maçtan çıkmışım metroya yürüyorum, nasıl bu kadar kusursuz olduklarına şaşırdığım turist kızları dikizliyorum, elde bira işeyecek bir yer arıyorum. Bana nasıl ulaştığı konusunda hiçbir fikrim yoktu ve mailinde bir hafta içerisinde İstanbul’da olacağını, benimle görüşmek istediğini söylüyordu ki o esnada şehirde bir yerlerde olmalıydı.

Artık dayanamayıp ona cevap yazdım ve Ayvansaray’da bir meyhanede buluşmayı önerdim. Neden Ayvansaray olduğu konusunda da hiçbir fikrim yoktu ve olaya sadece daha da gizem katmak için orayı seçmiştim. Lothar Müller cevabında, “Ayvansaray bana çok uzak abi, Taksim’de buluşalım” demişti. Bu da bende daha da bir kafa karışıklığına neden olmuştu. Lothar bu kadar kısa sürede nasıl İstanbul’a bu kadar alışabilmiş olabilirdi ki?

Ertesi akşam, ben, Lothar, Sermet ve fesleğenler Nevizade’de buluştuk. O akşam Galatasaray’ın Akhisar Belediyespor’la maçı olduğunu unutmuştuk. Etraftaki gürültüden birbirimizi zor duyuyorduk. Söze Lothar girdi. Anlattığına göre babası zamanında Kayserispor’da oynamak için şehre gelmiş ve orada yaşamaya karar vermişler. Çocukluğu, gençliği çeşitli misyoner kamplarında, yurt dışındaki kurslarda geçmiş, bu kadar arkadaşı da o dönemde edinmiş. Şimdi de açık öğretim ikinci sınıfta, sekreterlik ve büro yönetimi okuyormuş.

Sekreterlik bölümüne kadar anlattığı her şey Sermet’le bana makul gelmişti. Peki dedim, benden ne istiyorsun? “Abi bir şey istediğim yok, İstanbul’a gelecektim, bu taraftaysan tanış olalım dedim.”

Sermet, o vakit artık bu tarz kurgu bahsini burada bitirelim ve başka hiçbir öyküye, romana falan da koymayalım dedi. Lothar’ın kafası bir birayla ve Drogba’nın golüyle güzelleşmişti.

- Kurgunun .mına koyayım abi, sana bir şey olmasın!

Bu samimiyetsizlikten hiç haz etmeyen Sermet, masadan fesleğenlerini alıp, gitti. Bizse maçı izledik, biraz daha sohbet ettik, yolluk istedik gelmeyince kalktık. Birer çeyrek kokoreç yedik. Karaköy’e inip denize işemeyi düşünsek de sonra burada bırakalım diye vazgeçtik.


Hiç yorum yok: