11 Haziran 2014 Çarşamba

Güneycephesi E-5'ten Taksim'e yürüyor

Evet, ben bir elitistim. Bunu tanımlayacak daha iyi bir ifade varsa ona da varım.

Bursa’da, Teferrüç Mahallesi Erkal Sokak’ta doğan biri nasıl böyle olmuş çok düşündüm. Cevabı bulabilmiş değilim. Çocukluğumdan beri pek beğenemiyorum. Sevmem de abartılı olabiliyor. Ya tepeden bakıyor ya da hayranlıkla seyrediyorum.

20’li yaşlarımın ortalarına doğru bu durum dengeye girer gibi oldu. Biraz daha insana benzemeye başladım. Bunda muhtemelen en büyük etken babamın ölümüydü ki bu annemin de ölümlü olduğu anlamına geliyordu.

Her sabah nasıl daha az itici olabilirim diye güne başlıyorum. Sonra da vazgeçiyorum.

Aslında o nedenle pek konuşmuyorum. Susmam asaletimden kaynaklanmıyor.

Ukala değilim, iletişim kurma biçimim bu.

Güzel işler yapan adamları, kadınları seviyor ve kıskanıyorum.

Çok güzel bir manzaraya bakarken bile üçüncü dakikadan sonra sıkılırım. Tercihim insan yüzleri. 

Uzun uzun izlerim. Karşımdaki bazen "acaba beni mi kesiyor?" diye düşünür. Anlatılan bir şeye verdiği tepkiye, nasıl güldüğüne, nasıl gülebildiğine, neye güldüğüne bakarım. Gülmek çok ele verici bir eylemdir.

İnsan yüzleri de okuduğumuz, tepki verdiğimiz, izlediğimiz, sövdüğümüz şeyler benzeşirken bizi aynılaştırıyor. O nedenle şimdilerde manalı bir yüz bulmak Arnavutköy çileği bulmaktan zor.

Sabah arkadaşlarla kahvaltı yaparken “insanı Nazım’ın şiirlerinden öğrendiğimiz için seçim geceleri hüsrana uğruyoruz” dedim. Çok iddialı oldu evet ama arada böyle şeyler yaparım.

Tayfun Talipoğlu bize yıllarca Anadolu insanının iki büyük tercihinden bahsetti diye de devam ettim: “Gözleme peynirli mi olsun ıspanaklı mı?”

İşte böyle güzel güzel şeylerden bahsederken yine birilerini aşağılama ihtiyacı hissettim.

Her gün binlerce soru sorup en az ikisine tatmin edici bir cevap vermeye gayret ediyorum. 

Elimden hiçbir el işi gelmiyor, kahve de bilmem. Yaşlanınca ne yapıcam çok merak ediyorum.

Dört yoga videosundan beğendiğim hareketleri bir araya getirip akşamları konağın deli eniştesi gibi hareketler yapıyorum. Yogi de olsa kimsenin bana şunu yap demeye hakkı yok çünkü. Ehliyet kursuna gitmiyorum yaa öyle düşünün. İnsanlarla aynı ortamda aynı hareketleri yapmamak adına koroya gitmedim ben.

Neden böyle oldu diye çok düşünüyorum. Param olsa bunları bir terapiste anlatırdım.

İlk kez askerde babam öldüğünde terapiye gittim. Üniversitede rehberlik okuyan asteğmen bana yarım saat eski kız arkadaşından bahsedip yani benimle empati kurup bir şeyler yapmaya çalışınca çok sıkıldım. Böyle bir kurgunun içinde yer alamam komutanım dedim. Sevk aldım.

İlk kez bir psikiyatriste gittiğimde adama topuk selamı verdim, "neyin var?" dedi, dedim böyle böyle. "Tamam çık!" diye bağırdı.

İkinci kez bir psikiyatriste gittiğimde 6 ayın sonunda doktorum iyileşti.

Son 8 yılını, 9.30-18.30 mesai saatleri arasında geçiren ve kalanını da muhtemelen böyle geçirecek biri için bazı şeylere çok kafa yorduğumun farkındayım. Bunda işe yürüyerek gidip gelmemin de payı var. 


Hiç yorum yok: