Evet, ben bir
elitistim. Bunu tanımlayacak daha iyi bir ifade varsa ona da varım.
Bursa’da, Teferrüç
Mahallesi Erkal Sokak’ta doğan biri nasıl böyle olmuş çok düşündüm. Cevabı
bulabilmiş değilim. Çocukluğumdan beri pek beğenemiyorum. Sevmem de abartılı olabiliyor. Ya tepeden bakıyor ya da
hayranlıkla seyrediyorum.
20’li yaşlarımın ortalarına
doğru bu durum dengeye girer gibi oldu. Biraz daha insana benzemeye
başladım. Bunda muhtemelen en büyük etken babamın ölümüydü ki bu annemin de
ölümlü olduğu anlamına geliyordu.
Her sabah nasıl daha
az itici olabilirim diye güne başlıyorum. Sonra da vazgeçiyorum.
Aslında o nedenle pek
konuşmuyorum. Susmam asaletimden kaynaklanmıyor.
Ukala değilim, iletişim
kurma biçimim bu.
Güzel işler yapan
adamları, kadınları seviyor ve kıskanıyorum.
Çok güzel bir
manzaraya bakarken bile üçüncü dakikadan sonra sıkılırım. Tercihim insan
yüzleri.
Uzun uzun izlerim. Karşımdaki bazen "acaba beni mi kesiyor?" diye düşünür.
Anlatılan bir şeye verdiği tepkiye, nasıl güldüğüne, nasıl gülebildiğine, neye
güldüğüne bakarım. Gülmek çok ele verici bir eylemdir.
İnsan yüzleri de
okuduğumuz, tepki verdiğimiz, izlediğimiz, sövdüğümüz şeyler benzeşirken bizi
aynılaştırıyor. O nedenle şimdilerde manalı bir yüz bulmak Arnavutköy çileği
bulmaktan zor.
Sabah arkadaşlarla
kahvaltı yaparken “insanı Nazım’ın şiirlerinden öğrendiğimiz için seçim
geceleri hüsrana uğruyoruz” dedim. Çok iddialı oldu evet ama arada böyle şeyler
yaparım.
Tayfun Talipoğlu bize
yıllarca Anadolu insanının iki büyük tercihinden bahsetti diye de devam ettim: “Gözleme
peynirli mi olsun ıspanaklı mı?”
İşte böyle güzel
güzel şeylerden bahsederken yine birilerini aşağılama ihtiyacı hissettim.
Her gün binlerce soru
sorup en az ikisine tatmin edici bir cevap vermeye gayret ediyorum.
Elimden hiçbir el işi
gelmiyor, kahve de bilmem. Yaşlanınca ne yapıcam çok merak ediyorum.
Dört yoga videosundan
beğendiğim hareketleri bir araya getirip akşamları konağın deli eniştesi gibi
hareketler yapıyorum. Yogi de olsa kimsenin bana şunu yap demeye hakkı yok çünkü.
Ehliyet kursuna gitmiyorum yaa öyle düşünün. İnsanlarla aynı ortamda aynı
hareketleri yapmamak adına koroya gitmedim ben.
Neden böyle oldu diye
çok düşünüyorum. Param olsa bunları bir terapiste anlatırdım.
İlk kez askerde babam
öldüğünde terapiye gittim. Üniversitede rehberlik okuyan asteğmen bana yarım
saat eski kız arkadaşından bahsedip yani benimle empati kurup bir şeyler
yapmaya çalışınca çok sıkıldım. Böyle bir kurgunun içinde yer alamam komutanım
dedim. Sevk aldım.
İlk kez bir
psikiyatriste gittiğimde adama topuk selamı verdim, "neyin var?" dedi, dedim böyle
böyle. "Tamam çık!" diye bağırdı.
İkinci kez bir
psikiyatriste gittiğimde 6 ayın sonunda doktorum iyileşti.
Son 8 yılını,
9.30-18.30 mesai saatleri arasında geçiren ve kalanını da muhtemelen böyle geçirecek
biri için bazı şeylere çok kafa yorduğumun farkındayım. Bunda işe yürüyerek
gidip gelmemin de payı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder