~Pilot~
Oğuz işe gitmek üzere evden çıkmış, yolda isminin ne kadar zor söylendiğini düşünüyordu. Adını anan her kadının aslında onu öpmek istediği fikrinden bir süre önce büyük bir depresyon neticesinde vazgeçmişti. Banyosunu yapmış, saçlarını wax’lamış, kokularını sürünmüş ve o günkü ruh haline en uygun tişörtünü giyip, (turuncu ve üzerinde Fransızca bir şeyler yazılı olanı) yola koyulmuştu. Ara sokaklar karanlıktı. Ne olurdu biraz ışık vursa da güneş gözlüklerimi takayım diye düşündü. Çünkü Oğuz’un nazarında güneş gözlüğü takan bir insan artık dünyanın geri kalanıyla ilişkisini kesmiş olurdu. Yoksa pilotlar falan neden güneş gözlüğü taksınlardı ki? Psikologunun bu durumu Oğuz’un küçükken işportadan aldığı güneş gözlüklerinin onda yarattığı ruhsal tahribatın bir neticesi olarak yorumlaması aklına geldi ve keşke psikolog yerine psikiyatra gitseydim, iki hap yazardı, yatar uyurdum diyerek hayıflandı.
Soyadından da nefret ediyordu: Ertem! Oysa Öztürk yahut Yılmaz’a da razıydı. Fakat bu Ertem de neyin nesiydi? Peki, bu soyadı verilirken Atatürk neredeydi? Bazı isimler vardı hani, Ercan, canların eri; Ayhan, ayların hanı; Aleyna, Kuran’da bir bağlaç… Öyle bir ismim olaydı keşke diye düşündü. Mesela, Ercan Yılmaz. Bu isimle, hayatta hiçbir çaba göstermeden müsteşar yahut emniyet genel müdürü olabilirdi. Tam bunları aklından geçirirken hemen önündeki balgamı fark edip üzerinden atladı ve bazen ne kadar da şanslı biri olduğunu aklından geçirdi.
Şimdi de sabah yediği koca akıtmanın ve içtiği bir demlik çayın sıkıntısı bastı Oğuz’u. Onları yemeyeydi köşedeki kahveciye uğrar, orta boy kahvesiyle donut alır, yola öyle devam edebilirdi. Donut yemekten nefret etse de arkadaş gruplarında kahve ile birlikte ne kadar iyi gittiğinden bahsetmeyi çok severdi.
Yıllar evvel, Ay Işığında Saklıdır diye bir film izlemişti. Filmde bir metin yazarını canlandıran Toprak Sergen, Aydan Şener’e âşık oluyor, çalıştığı ajansta gelene geçene gider yapıyor, aşk yarasından arabasını denize sürüp intihar ediyordu. Filmin gerçekçi olmayan tek yanı, Toprak Sergen’in postişiydi. O gün kararını verdi. Oğuz da hırçın, yaratıcı, kimseye eyvallahı olmayan, önerileri kabul edilmeyince böyle toplantıları falan kapıyı tekmeleyerek terk eden, kimsenin de inanılmaz yaratıcı biri olduğundan bir şey diyemeyeceği, alkole düşkün, aşka sürgün bir metin yazarı olacaktı.
~Arka Sokaklar'da Neler Oluyor?~
Bunun için çok çabalamadı değil. Üniversitede, Sinema Kulübü tarafından gösterilen bir iki filmin ortasında odayı terk etti, Doğa Dostları Kulübü’nün bir toplantısında “yine Amasra’ya gidilecekse ben yokum!” diyerek tehditler savurdu. Hiç sevgilisi olmadığından romantik serseri aşık olmak üzerine geliştirdiği planlarını hep ertelemek durumunda kaldı. Oysa çok sevdiği biri vardı: Neslihan.
Oğuz ofise varmak için tam köşeyi döndüğünde konser afişlerinin yapıştırıldığı duvarda Murat Evgin’in hafta sonu Beyoğlu’nda bir barda ve Güngören’deki bir kültür merkezinde konserlerinin olduğunu gördü. O esnada yıllarca peşinden koşup hiç yüz alamadığı Neslihan’la yaptıkları o son konuşma aklına geldi:
- Murat Evgin’in şarkı söylediği bir ülkede yaşamak zaten yeterince ağır Oğuz, bir de seninle uğraşamam!
Oğuz, Neslihan’ın ne demek istediğini genelde pek anlamazdı. Hem Oğuz bir Arka Sokaklar müdavimiydi ve dizinin bunca izlenmesinin arkasında izleyiciyi motive eden gücün Murat Evgin’in müzikleri olduğunu düşünüyordu. Çalıştığı ajansta arkadaşlarının sürekli Amerikan kanallarında gösterilen dizilerle ilgili sohbet ettiğini gördükçe, birkaç haftasını bunları izlemeye ayırsa da hiçbirinden Arka Sokaklar’daki heyecanı alamamıştı. Hem panelvanı olay mahalline dayayıp, içinden köpekle birlikte fırlayıp, suçluları etkisiz hale getirmek varken, işleri bu kadar da zorlaştırmak niyeydi?
~1+0 Ev Alma, Komşu Al~
Evimiz 1+0, yani sıfır, öyle bir yer yok ama işte ağız alışkanlığı gereği evimiz 1 diyemiyoruz. Giderek yalnızlaşan toplumumuzda artık 1’in 1’ine dahi gerek kalmadığından onu da kaldırdık. Eskinin salon yahut misafir odası dediği yerde mis gibi yaşar gidersiniz artık, geleniniz gideniniz yatıya kalanınız da olmaz. Zaten bu evler havaalanına yarım, en yakın arkadaşınıza 3 saat mesafede. Eminiz, 1+0 sıfır gibi bir diziliş Aykut Kocaman’ın bile aklına gelmemiştir. İsterseniz 1-1’lerimiz var onları da görebilirsiniz. Huzurun simgesi, komşularınızı daha şimdiden render üzerinden görebileceğiniz Distopya Evleri cazip fiyat avantajlarıyla. Gelin gömüşelim!
Oğuz metin yazarlığının 6. ayında böyle bir reklam metni yazmış, tabii bunu kimseye göndermemişti.
Aslında o da bir eve girmek istiyordu. Mutfaklarında 37 ekran televizyonu olan tüm akrabaları çok haklıydı. İnsan kira derdini düşünmeden kendine, ayaklarını uzatıp rahat rahat “O Ses Türkiye”yi izleyebileceği güvenlikli bir gelecek yaratmalıydı.
Oğuz’un yaşadığı semtse kapı önlerine börtü böcek için bir tas suyla bir kap yiyecek konulan garip bir yerdi. Oturduğu apartmanın alt katlarında sırasıyla bir bakkal, Afrikalılar tarafından işletilen bir telefon dükkanı, içerisinde 3 adet 20’lik Yeni Rakı’nın olduğu bir tekel bayii, kaçak dvd satan bir dükkan, kuru temizlemeci ve yanında kaçak dvd ve parfüm satan bir başka dükkan daha vardı. Bakkal hariç tüm dükkanların ortak noktası hiç iş yapmamalarıydı. Adamlar bütün gün öyle oturup ziyaretlerine gelen arkadaşlarıyla sohbet ediyor, birbirlerinin dükkanlarını dolaşıyorlardı. Sanırsın bu adamların hiç ailesi, faturası, kirası, vergisi yoktu; lisedeyken birlikte bilardo salonu açmak için sözleşmiş, muvaffak olamayınca da bir şekilde Oğuz’un evinin oraya dizilmişlerdi. Ama bakkalın sahibi Asım Abi hiç öyle değildi. Geçen gün çırağını misal şöyle azarlamıştı: “Sende istikrar sorunu var Selahattin!” Oğuz da “adama bak, sanırsın vergi levhasının altında Duke Üniversitesi’nden aldığı MBA diploması asılı” diye içinden geçirmiş, bakkalın şimdiye kadar nasıl Asımlar adında bir market zincirini kuramadığına anlam verememişti.
Kimilerince pek güvenli bulunmayan semt ise vardiyalı olarak çalışan pencere teyzelerinin gözetimi altındaydı. Hangi apartmana kim girdi, bilinirdi.
Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Laz ve Afrikalı komşuları olan Oğuz, aşağıdaki metni yazıp, diğer metnin silindiğinden iyice emin olmak için çöp kutusuna tekrar baktıktan sonra bilgisayarını kapatıp evine doğru yol aldı.
Evimiz 1+0, yani sıfır, öyle bir yer yok ama işte ağız alışkanlığı gereği evimiz 1 diyemiyoruz. Giderek yalnızlaşan toplumumuzda artık 1’in 1’ine dahi gerek kalmadığından onu da kaldırdık. Eskinin salon yahut misafir odası dediği yerde mis gibi yaşar gidersiniz artık, geleniniz gideniniz yatıya kalanınız da olmaz. Zaten bu evler havaalanına yarım, en yakın arkadaşınıza 3 saat mesafede. Eminiz, 1+0 sıfır gibi bir diziliş Aykut Kocaman’ın bile aklına gelmemiştir. İsterseniz 1-1’lerimiz var onları da görebilirsiniz. Huzurun simgesi, komşularınızı daha şimdiden render üzerinden görebileceğiniz Distopya Evleri cazip fiyat avantajlarıyla. Gelin gömüşelim!
Oğuz metin yazarlığının 6. ayında böyle bir reklam metni yazmış, tabii bunu kimseye göndermemişti.
Aslında o da bir eve girmek istiyordu. Mutfaklarında 37 ekran televizyonu olan tüm akrabaları çok haklıydı. İnsan kira derdini düşünmeden kendine, ayaklarını uzatıp rahat rahat “O Ses Türkiye”yi izleyebileceği güvenlikli bir gelecek yaratmalıydı.
Oğuz’un yaşadığı semtse kapı önlerine börtü böcek için bir tas suyla bir kap yiyecek konulan garip bir yerdi. Oturduğu apartmanın alt katlarında sırasıyla bir bakkal, Afrikalılar tarafından işletilen bir telefon dükkanı, içerisinde 3 adet 20’lik Yeni Rakı’nın olduğu bir tekel bayii, kaçak dvd satan bir dükkan, kuru temizlemeci ve yanında kaçak dvd ve parfüm satan bir başka dükkan daha vardı. Bakkal hariç tüm dükkanların ortak noktası hiç iş yapmamalarıydı. Adamlar bütün gün öyle oturup ziyaretlerine gelen arkadaşlarıyla sohbet ediyor, birbirlerinin dükkanlarını dolaşıyorlardı. Sanırsın bu adamların hiç ailesi, faturası, kirası, vergisi yoktu; lisedeyken birlikte bilardo salonu açmak için sözleşmiş, muvaffak olamayınca da bir şekilde Oğuz’un evinin oraya dizilmişlerdi. Ama bakkalın sahibi Asım Abi hiç öyle değildi. Geçen gün çırağını misal şöyle azarlamıştı: “Sende istikrar sorunu var Selahattin!” Oğuz da “adama bak, sanırsın vergi levhasının altında Duke Üniversitesi’nden aldığı MBA diploması asılı” diye içinden geçirmiş, bakkalın şimdiye kadar nasıl Asımlar adında bir market zincirini kuramadığına anlam verememişti.
Kimilerince pek güvenli bulunmayan semt ise vardiyalı olarak çalışan pencere teyzelerinin gözetimi altındaydı. Hangi apartmana kim girdi, bilinirdi.
Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Laz ve Afrikalı komşuları olan Oğuz, aşağıdaki metni yazıp, diğer metnin silindiğinden iyice emin olmak için çöp kutusuna tekrar baktıktan sonra bilgisayarını kapatıp evine doğru yol aldı.
Şubat, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder