28 Mart 2016 Pazartesi

Hayali Kırlar

Haşimyen okumalar (II)

Bir önceki yazıyı “hakikisine” diye bitirmenin yükü hafta sonu omuzlarımdaydı. Böyle bir laf edip ertesi yazıda kolesterol sorunlarımdan, oğlumun dün ilk defa “baba” deyişinden bahsedemezdim. Böyle çetin hususlarda lafazanlık etmek yerine bir bilene danışmak her zaman evladır.

Ahmet Haşim, “Şehir Harici” adlı denemesinde “uzak kırlardaki” çiftliğine çekilip hayvanlarla, tarla tapayla uğraşan bir dostundan bahsediyor: “Saçları vahşi bir inkişaf ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığını almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler peyda olmuştu.” Şehir yaşamından tamamen uzaklaşan dostunu tabiatın bir kaya parçasına çevirdiğinden ve tabiatın insana yapabileceği en büyük iyiliğin de bu olduğundan dem vuruyor. Sonrasında üstat, “kır”ı kafalarındaki cennet tahayyüllerine benzetmek için uğraşan şairlerden yakınıyor: “Filhakika, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, oktruva hududu haricinde bir cennet mevcut olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için, asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden isti’ane etmiştirBu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek, peynir ve bal temin eden bir çiftlik olabilir. Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu alemdir.”

Yani hakikatle olan ilişkide öyle kır havası alıp gelmek diye bir şey yok diyor Haşim, bunu seçtiysen dişlerin uzayacak. 

                                                                                                   Şişhane, 28.03.2016

Hiç yorum yok: