8 Mart 2017 Çarşamba

O ağacın altı

Kâmil Erdem’in ilk kitabı olan Şu Yağmur Bir Yağsa’yı okurken, 60’lı yaşlarını süren yazarın hayalimi gerçekleştirdiğini düşündüm durdum hep: Yıllar içinde hususi bir dil, bir ifade tarzı meydana getirerek, göçüp gitsen de onunla yad edileceğin tek ve çok iyi bir kitap yazmak. Sonra bir Pazar günü, Cem abi ile bir ağacın altında uzun uzun sohbet ettik. Daha doğrusu o söyledi, ben dinledim. Ayrılmaya yakın, güneşin yüzüme vurması, konuşulan meselelerin muhteviyatı ve de mütebahhirin zihnimde uyandırdıkları nedeniyle iyice eğilmiş, bükülmüş olan kafamı şöyle bir kaldırdığımda saatlerdir altında oturduğumuz ağacın daha cinsini dahi bilmediğimin ayırdına vardım. O esnada daha önce Amerikan filmlerinde gördüğüm bir şey oldu, bir ışık huzmesine bakakaldım. Önce çiçeklerin, kuşların ismini öğrenmeliydim. Sonra baharatların, balıkların. Ispanak ile semiz otunu ve hatta rokayı koklamadan ayırt etmeliydim. Yakın arkadaşlarımın anne ve baba adlarını ezberlemeliydim. Sıra kokulara gelmeliydi. Musiki öğrenmeliydim, makam, usul. Yani işim çoktu. Bunları yapıp yapmayacağımı bilmiyordum. Muhtemelen yarıda bıraktığım pek çok şey gibi olacaklardı. Devam edersem belki o kitabı yazmama gerek kalmayacak, yazıp yazmamak işlevini ve ehemmiyetini yitirecekti. Tek istediğim o ağacın altında yaklaştığım zamana biraz daha sokulmaktı. Bu hayat bitmeden onu koynuma alabilir miydim, sanmıyorum. Gayem en azından bunu denemekti.  

Hiç yorum yok: