6 Nisan 2011 Çarşamba

Festival gibisin katılmak istiyorum

Yıllar önce Sakıp Ağa anlatmıştı. Yavuz Donat ve Ertuğrul Özkök’le birlikte bir akşam yemeğindeydik. Yemeğin tadına bakmadan tuz atan Nazlı Ilıcak ise erkenden ayrılmak zorunda kalmıştı.

Efendim, Sakıp Ağamız bir gün yurtdışında gerçekleştirilen ve vaktin çok önemli işadamlarının katıldığı bir toplantıya davetliymiş. Bu tür görüşmeleri iş bağlamak adına büyük bir nimet olarak gören tüm müteşebbisler gibi lafı işlere getirmeye ne zaman kalksa, Avrupalı zengindaşlarının bu tür mevzular yerine birbirlerinin koleksiyonlarından, sahip oldukları nadide eserlerden bahsettiklerini görmüş. Ülkeye döndükten sonra yaptığı ilk iş ise tahmin edileceği üzere benzeri bir koleksiyon sahibi olmak için çalışmalara başlamak olmuş ve zamanla o görenin oldukça etkilendiği hat ve resim koleksiyonunu bir araya getirmiş.

Yazımı gazeteye yetiştirmek için yemekten izin isteyip ayrılmasaydım, daha sonra gördüğü büyük ilgiden nasıl da büyük bir iştahla bahsettiğini sizlerle paylaşma mutluluğuna erişecektim. Zaten onun babası Hacı Ömer Sabancı, İtalya’ya yaptığı bir iş gezisi sırasında, zamanında Hipodrom’dan (bugünkü Sultanahmet Meydanı) çalınıp Venedik’teki San Marco Katedrali’ne götürülen dört bronz at heykelinden birisinin kopyasını kendisine yaptırıp Emirgan’daki köşklerine yerleştirerek bu anlamda onun önünü açmıştı. Atlı Köşk olarak da bilinen bu köşk, şimdilerde birbirinden değerli sanat etkinliklerinin düzenlendiği Sakıp Sabancı Müzesi olarak hizmet vermekte.

Bu yazıdan çıkan sonuçlar nelerdir?

1- Bir gün eğer böyle bir şey yazarsam beni vurun!
2- Türk burjuvazisi koylüdür.
3- Yemeğin tadına bakmadan tuz atan genel müdür adayının kovulma hikâyesi herkes kadar beni de etkilemiştir.
4- Sanat sanat içindir.
5- Sanat zengunlerin elinde bir araçtır.
6- Sakıp Ağa’nın “benim babam” vurgusunu unutmayan son nesil 30’unu aşmakta.
7- Demek ki atın olayı buymuş.

Hiç yorum yok: