5 Temmuz 2013 Cuma

anarşiye limooon! (#direngeziparkı V)

11 Haziran Salı günü (the day polis taksim’e akm’nin üstündeki paçavraları ve anıtı temizlemek için entered) gazdan etkilenmiş, Divan Otel tarafına kaçarken, bir çadırın içine kafamı uzatıp boylu boyunca yatan çocuğa (73 yaşındayım normal insan ömrü 63 yıldır, 10 sene fazlam var, istediğime çocuk diyebilirim) “iyi misin?” diye sorduğumda şu cevabı aldım:

- İyiyim, biraz dinleneyim kendime gelirim. Ama çadır seninse kalkayım.

"Yuh artık!" dedim, bu kadar insanlık da fazlaydı. Gezi’deki çocuklar bizi insanlığıyla dövdüler. 

Aynı akşam polis saldırıyor, biz çekiliyoruz. Geri dönüyoruz, çekiliyoruz. Çekiliyoruz, çekiliyoruz. Orada limon satan bir abi, “anarşiye limooon!” diye bağırıyor, gülüyoruz. Cumhuriyet Caddesi’ndeki yol çalışmalarından küçük bir demir parçası fırlamış kiminin ayağına takılıyor. Yanımda benden en az 8 yaş büyük ve 18 yıl fazlası olan bir amca var. Pet şişesindeki suyu döküyor ve insanlara zarar vermesin diye demire takıyor. Yaşlılık işte gözlerim doluyor.

Bir gece parktan arkadaşıma gitmişim, kolumdaki saati çıkarıyorum. Ofisten çıkmadan bileğime kan grubumu yazmışım, onu görüyorum. Sabah uyandığımda uzun uzun bileğimi izliyorum. Gece şöyle yazmışım: “Biz bu ağaçları ve haysiyetimizi işte böyle savunuyoruz.” Romantik ve yaşlıyım. Biri Ziraat Bankası’ndan maaşımı çekip çikolata alsın bana.

Ateş böceklerini seyre daldım, bu gece. 

Abim 3 hafta hastanede yatmış, taburcu edileli 3 hafta olmuş. Gezi olayları nedeniyle hastaneden çıktıktan sonra görmeye gidememişim. Beni Posta gazetesinin ilk sayfasında, Antikapitalist Müslümanların çağrısına uyup gittiğim Cuma namazında selam verirken görmüşler. Annem, “sen de aynı baban gibisin git bakalım en önden!” diye telefonda bağırıyor. Ben de “annecim, hep sen değil miydin oğlum bi Cuma’ya git diyen" şeklinde cevap veriyorum. Sonrasında Bursa yolları ve şefe öz eleştiri... Yolda giderken yıllar önce İran’a gitme kararı aldığımda annemin Ankara’dan beni “hemen eve gel!” şeklinde çağırmasını ve eve gittiğimde babaannemin, “çocuğa karışmayın” şeklindeki çıkışını hatırlayarak, Makbule Hanım’ın ara buluculuğuna güveniyorum.

- Şimdi anne, Bursa’da çeşmelerden kar suyu içerdik, hatırlar mısın? Sonra onların hepsini tek tek kırdılar. Artık pet şişeye mahkumuz. Bu gezi olayları da öyle bir şey.

Annem yıllarca babamın anason kokulu teorilerinden bir şeyler kaptığı için, kendine dikkat et, çok ön taraflara gitme, bak kalbim var, gözaltına alınma diyor. Halleşiyoruz.

Babaannem bütün gün televizyon başında ve Tayyip Erdoğan’a dua ediyor. Ethem’in vurulma anını gösteriyorum. "O da o kadar ön plana çıkmasaymış" diyor. Sakinleştirici çaylarımdan içmeye devam ediyorum.

Ethem, boğazda kocaman bir yumruk


Amcam bir cami kahvesi işletiyor. Orada bütün gün eylemcilere sövülüp sayılıyor. Sonunda “aralarında benim yeğenim de var” deyip müşterileriyle kavga ediyor. Babamın vefatının ardından bize üç kişilik babalık yapan adam, beni orada savunuyor ama olaylara karıştığım için yüzüme de bakmıyor. (ilkeli insanları o kadar severim ki...)

O gün 15 Haziran. Park çadırları sökerken saldırı oluyor, evde dört dönüyorum. Bir yol bulsam yüzerek geçsem karşıya diyorum. İçeride arkadaşlarım, onların çocukları var. Halimi gören 4 yaşındaki yeğenim, “Amca onlar senin arkadaşlarına kötü şeyler yapıyor. Onları yok edeceğim” deyip deyip etrafımda dolanıyor.

Ertesi sabah, Bursa’nın eteklerinde bir evin balkonunda uyuyorum. Burnuma biber gazı kokusu geliyor. Telaş içinde yerimden fırlıyorum.
--

Karanfil eylemli gün. Meydan o kadar sakin ki, sıkılıp Kuledibi’ne çay içmeye gidiyoruz. Sonra saldırı haberi geliyor. İstiklal girişinde polis coplarla saldırıya geçiyor, gözlüğüm yanımda olmadığından Fransız Kültür’ün orada üzerime gelen polisi son anda fark edip kaçmaya başlıyorum. Öyle komik ki, onlarca polisin ortasında göstericilere doğru koşuyorum ve kimse neden bana bir şey yapmıyor diye hayret ederken iki tekme yiyorum. Bu beni daha da hızlandırıyor. Polisleri geçtikten sonra bir amcanın yerde düşüp yuvarlandığını görüyorum fakat can korkusu işte birkaç depar daha atıp, sonra bunu kendime yakıştıramayıp geri dönüyorum. Bir kişi daha geliyor, polisle eylemdaşların arasındayız ve kimseye hiçbir şey atmamaları için el kol sallıyoruz. Amcayı alıp TMMOB’nin revirine götürüyoruz. Amca sürekli, “polis beni vurdu diyor”, anlamıyoruz.

Sonra revirin sokağına da gaz atılıyor ve kepenkler indirilirken içeri zor giriyoruz. Eve varınca öğreniyorum ki amcayı plastik mermiyle başından vurmuşlar.

Bize teşekkür ederken şunu diyor, “insanlar öldü, bu mühim değil.”

Göğe bakıyoruz.

NOKTA



24 Haz 2013
Aynın gün saat 01:30 sularında polis bu kez Makina Mühendisleri Odası, İstanbul Şubesi revirine camı kırıp gaz bombası atıyor. 




Hiç yorum yok: