Haşimyen okumalar (IV)
Imre Kertész’in Kadersizlik isimli romanını yeni bitirdim. Yıllar evvel Can
Yayınları’nın Galatasaray Lisesi’nin karşısına açtığı dükkandan aldığım başka
bir kitabın yanında hediye etmişlerdi.
Okumaya başlamamın bu kadar zaman almasının nedeni yazarın yaşam öyküsünü konu
edinmesi olsa gerek: II. Dünya Savaşı’nda gönderildiği toplama kampında
–öncesiyle sonrasıyla– başına gelenler. Böyle yazıldığında akla hemen
Yahudilerin, Nazilerin elinde uğradığı büyük katliam, bununla ilgili
izlediğimiz filmler, belgeseller gözümüzün önüne geliyor. Gaz odaları, açlıktan
dermanı kalmamış insanlar, toplu mezarlar... Fakat Imre Kertész’in kitabı
bunların hiçbiriyle kafamızda canlandığı kadar meşgul değil.
Kitabın 14 yaşındaki ana karakterinin (Gyuri Köves) yaptığı tahlilleri okurken gözümün önünde bir Ayhan Geçgin
karakteri canlandı. Zira, Son Adım, Uzun Yürüyüş gibi kitaplarda ana
karakter nasıl hep bir “yolda olma”, “dışarıya çıkma” halindeyse Kertész’in
karakteri de öyle. Kampın ağır çalışma ve yaşam şartları nedeniyle uzun bir
süre kaldığı hastane/bakım odalarında aslında zihni olarak sürekli hareket
ediyor, hep bir adım halinde. Ve bu “uzun yürüyüşü” bir süre sonra kendisini
içinde bulunduğu mekandan dışarıya çıkarıyor. Bir yerden sonra orasının toplama
kampı olmasının, yakında bir krematoryumun çalışmasının onun için o kadar da
önemi kalmıyor. Kamptan kurtulduktan sonra oradaki anı özlemesinin altında
yatan şey de bu. Kendisini rahat hissettiği, mutlu bir an, bir hal, bir varoluş
var, bu başına kimi zaman toplama kampında verilen lahana çorbasını beklerken, bunun kokusunu duyduğunda gelmiş. (Bu, Son Adım’da Dersim’de öldürülmesine yakın hayattaki yerini
bulduğuna dair mutmain kahramanın hissi). Çıktığında kendisinden ne
kadar çok acı çektiğinden bahsetmesini isteyenlere, o beklenilen cevabı
vermemesinin nedeni de bu. Zamanı sadece dehşetle hatırlamak istemiyor. Çünkü
zamanın –içeride ya da dışarıda– böyle bir şey olmadığına inanıyor.
Kertész, orada yaşadıklarını istenildiği
biçimde anlatmadığı için “sükût suikastı”na uğramış (hem de sahisine). Gyuri
Köves, “yeni bir hayata başlamak diye bir şey yok” diyor, “sadece eskisine
devam edilebilir”. O günleri unutup arkana bakma şeklindeki tavsiyelere
uymuyor. Çünkü o günleri bir dehşet şeklinde anlatanların aslında bu tavsiyeyi
veren kişiler olduğunu söylüyor. Yani, asıl hikayenin eğrisiyle doğrusuyla işte
bu nedenle anlatılamadığının. Hakikatin pek çok açıdan ağır olmasının.
(Buradan Çanakkale Savaşı’ndan döndükten sonra
kendisinden hamasi şiirler bekleyenlerin bu taleplerine “benden kahramanlık
neşidesi mi bekliyorsunuz?” diye karşı çıkan Ahmet Haşim’e de bir selam
yollamak lazım.)
Romanı bitirmeye yakın bir taraftan da
şehirden şehire geçeceğimiz bayram tatili için bilet bulmaya, küçük bir çocukla
oradan oraya nasıl gideriz, eve çilesiz, dertsiz, kavgasız nasıl döneriz onu
planlamaya çalışıyordum. Sonra düşündüm ki, o yolların herhangi bir adımında
sırf bu “verili kaderi” (yazar da başına gelenlerin nedenini Yahudi olmasına, “taşıdığı
kana”, şuna buna değil “verili kaderi”ne bağlıyor) yaşayacağım diye belki
oğlumla, Hande ile edilecek hoş bir sohbeti kaçıracağım, belki oradan güzel bir
ışık vuracak, belki yolda bir ağaç görüp çok beğeneceğim, belki o esnada
hissettiklerim, benim “an”ım olacak.
Ardından, “yolculuk nasıldı?” diye sorulduğunda
basmakalıp cevaplar vermek yerine benim de anlatacak “hakiki” bir hikayem
olacak.
Ve o mertebeye ulaştıktan sonra belki de artık yol-mol,
ev-mev kalmayacak.
Kim bilir?
Kim bilir?
2 yorum:
Merhaba , her yerde bu kitabı arıyorum :( nerede bulabilirim ?
Merhaba,
Can Yayınları'nın yahut telifini alacak başka bir yayınevinin basmasını beklemek lazım sanırım. Nadir Kitap'ta dahi tükenmiş.
Yorum Gönder