-Yav, Egemen sen İngilizce biliyordun de mi?
-Evet başbakanım, yıllardır Amerika’da yaşamaktayım.
-Heh iyi, bizim oğul Bush ile bir görüşmemiz olacak da, sen çevirirsin.
Hani sonuçta bu bir devlet ve devletin başındaki kişiler böyle bir geziye çıktıklarında kimin karşılayacağından nerede kalınacağına, tercümanlığı yapacak kişiye kadar her şey önceden bellidir. Bu teamülün dışına çıkıp orada yaşayan bir işadamını tercüman olarak görevlendirmeden önce başbakanla Bağış arasında böyle bir sohbet geçmiş olabilir. (Yok, değilse Sözcü gazetesinin önümüzdeki Cumhuriyet bayramında ilk sayfadan vereceği Atatürk fotoromanının tüm balonlarını tek tek elimle doldurmak ahdım olsun.)
Egemen Bağış’ın İngilizcesi Sir Walter Scott’a şapka da çıkartabilir eyvallah, lakin sorun bu yaklaşım tarzı; sofraların vazgeçilmezi “genç adamsın sen yersin” tezi. İkincisi, her işe, “yaparız abi, bir şekilde hallederiz abi” diye aynada kendisine şöyle bir çeki düzen vermeden giren insan sayısının yurt çapında haddini aşması ve bu kısmı lütfen “O An”ı sunan Oğuz Haksever tonlamasıyla okuyun, bu keyfiyetin hayatımızı teslim alması…
(Bu keyfiyet yeni bir şey değildir, Cumhuriyetin ilk dönemleri hayatında görmediği şehirlerin vekilliğine atanan kadrolarla doludur.)
Bu her şeyi halledebilme inancının harcı çocuklardan uzak tutulması gereken bir tür özgüvendir. Gün olur, açılışını yaptığı metrobüsünden hızlı trenine ne varsa kullanan başbakan, diplomasinin en netameli meydanlarında bir tek "o elini indir" demediği kalan AB'den sorumlu bakan olur. (Kılıçdaroğlu sürrealizmi ise bilahare ele alınacaktır.)
Geçen başbakanın ameliyat haberini alınca dedim kesin sağlık bakanı da ameliyata girmiştir, ulaştırma bakanı da belki bir yardımımız dokunur diye ameliyathanede hazır bulunmuştur.
Çünkü başbakan, 21 Kasım 2008′de, gazetecilerin “YouTube’a girilemiyor” hatırlatmasıyla şu sözleri sarf etmiş:
"Ben giriyorum, siz de girin."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder