15 Haziran 2012 Cuma

Hikmet Karaman’ın koyunu 1 (bir)


Geçen gün bir arkadaşım blogların da devrinin kapandığını söyledi ve artık twitter var dedi. Bir gün, şair bir ahbaba şiir bitti mi hoca diye sormuştuk da, ben ölene kadar devam edecek, onu biliyorum diye cevap vermişti. Bloğa devam etme konusunda o kadar iddialı değilim. Bu nedenle ona internet var olduğu sürece yazacağım dostum gibi bir şey söylemedim.

Dükkânı açarken anlatacak çok şeyim vardı -ki hâlâ tükenmiş değil- fakat çocukluğumdan yeterince bahsettiğime inanıyorum. Beni doğurmuş olsaydınız belki daha azını biliyor olurdunuz. Isakson da bu arada topu iyi çıkardı. İşte blog yazmak böyle bir şey, bir ara aramızda ciddi bir husumetin olduğu -İngiltere beraberliği sağladı- Susan’a da bazen blog yazarları ile ilgili söyledikleriyle ilgili olarak hak veriyorum. Maç izlerken bira içilir, yazı yazılmaz. Zaten ben de tuzlu leblebi bitti diye yazmaya başladım. Bundan sonra da bir bilinç akışı değil bilinç kaybı halinde yazmak istiyorum, ciğerlerimi yırtarcasına, bir Ahmet Kaya şarkısına eşlik edercesine, Andy Carroll gibi koşarcasına, Xavi gibi işin en ince ayrıntısına kadar düşünmeden…

Bu yazılara ne ad vereyim diye düşündüm. 10 saniye ekrana baktım ve kararımı verdim: Hikmet Karaman’ın koyunu.

Çünkü, aklına ne gelirse bunu üç salise bile tartmadan dile getiren Hikmet Karaman bana yarın sabah uyanacağım ülkeyi hatırlatıyor. Oysa soyadımın sonuna gelecek bir 'son' ekiyle ikea tadında bir hayatım olabilirdi. Vidaların yeri belli, tahtalar kutuda zaten, kullanım kılavuzunu kullanamayanları dövüyorlar ya da eve biri gelip kuruyor. İngiltere 3 oldu bu arada, gerçekten futbol çok enteresan bir oyun, bu tespiti yeryüzünde ilk kez yapan Ömer Üründül’ün kulakları çınlasın…

Blokları ve kanatları hep olumlu kullanmanız dileğiyle, iyi geceler.

Yüzümü böyle yapsam Fatih Terim'e benzer miyim?

Hiç yorum yok: